Türkiye, dümeni kendi doğusuna çevirme yolunda ciddi adımlar atıyor. İslamcıların Arap dünyasına, laiklerin ve askerlerin ise Rusya ve Türk Cumhuriyetlerine daha fazla yakınlaşma planları içinde oldukları, bu iki eksende de olumlu gelişmelerin yaşandığı söylenebilir. Elli yıl öncesine kadar yöneticilerinin Türk olduğu Mısır?la Türkiye arasındaki, ikili ilişkilerde yaşanan olumlu gelişmeler ve Suudi Arabistan?da düzenlenen Arap Birliği Zirvesine Recep Tayyip Erdoğan?ın katılması örnek gösterilerek, Hükümetin Arap ülkelerine yakınlaştığı ifade ediliyor. Mısır, Osmanlı?nın kaybettiği ilk valiliktir. Muhammed Ali Paşa?nın Arnavut inadı ve Osmanlı?daki saray entrikaları ve yanlışları yüzünden kaybedilen Mısır, 1952 ?Hür Subaylar? devrimine kadar, genç Türkiye Cumhuriyetinin manevi kolonisiydi desek belki de yanlış söylemiş olmayız. İçinde Cemal Abdunnasır?ın da bulunduğu ?Hür Subaylar? hareketinin 1952 yılında gerçekleştirdikleri devrime kadar Türkler, İngilizlerin arka planda olduğu bir rejimle bile olsa Mısır?ı yönetiyorlardı. Cumhuriyet döneminde dahi Mısır?ın, İstanbul ve Türkiye ile ilişkileri hiç kesilmemiştir. Ahmet Yasin ve Leyla Murad gibi oyuncuların başrolleri paylaştıkları o meşhur siyah - beyaz Mısır filmlerini izlerseniz, Türkiye ve özellikle de İstanbul?dan sıklıkla bahsedildiğini görürsünüz. Türkiye tarafından baktığınızda ise bir donukluk, umursamazlık, bu tarihi mirası ve ülfeti görmezlikten gelme ve değerlendirememe vardır. Devrimden sonra İtalya?ya kaçan son Mısır (Türk) Kralı Faruk?un İtalya?da bir gazinoda içki masasında hayatını kaybettiği iddia ediliyor. Bu günlerde Mısır?da Kral Faruk?un hayatının konu edildiği bir dizi çekiliyor. Dizi önümüzdeki ramazan ayında gösterime girecek. Kral Faruk rolünü, son iki ramazandır başrolde oynadığı dizileri izleme rekorları kıran ünlü aktör Yahya Faharani oynuyor. Ak Patinin geçmişine sahip çıkması Arap ve İslam alemi ile ilişkilerini güçlendirmesi normaldir ve gereklidir. Ancak, Türk Cumhuriyetlerine hükümetin mesafeli durması veya ilişkilerin güçlendirilmesi için ciddi adımlar atmaktan çekinmesi ise anlaşılır gibi değildir. ?At binenler gitti, at yiyenler kaldı? diye bir deyim vardır Orta Asya?da. 1071 Malazgirt zaferiyle girdiğimiz güzel Anadolu?muz bize, kuraklık nedeniyle hicret ettiğimiz ana vatanımızı, kendi doğumuzu unutturmamalıdır. Türkiye?de hep Orta Asya ve Türk Cumhuriyetleri milliyetçilerin, Arap ve İslam alemi İslamcıların ilgi alanı içine girmiş veya böyle anlaşılmıştır. Artık batıya bakmaktan boynumuz ağrımıştır. Biraz da kendi doğumuza dönmek durumundayız. Türkiye?de bütün siyasi oluşumların destek verebileceği tek dış politika, Ortadoğu ve Orta Asya merkezli bir doğu politikasıdır. Avrupa?nın dışladığı Türkiye?nin mecburi doğu istikameti, asli misyonuna dönmesi bakımından son derece önem arz ediyor. Bu dönüş, sadece siyasi olarak değil aynı zamanda sosyal, ekonomik, kültürel ve medyatik olmak durumundadır. Artık Avrupa?nın kültürü, müziği, yaşam şekli moda olmaktan çıkmalıdır ve de çıkacaktır. Hükümet ve askerin dış politikadaki öncelikleri bir bütünün bölünemez iki parçası olması nedeniyle vazgeçilemezdir. Türkiye, bu farklı yaklaşımları bir dış politika zenginliğine dönüştürebilirse kazançlı çıkan taraf olur.