Stephen Walt
Obama'nın Afganistan'daki asker takviyesi mâliyeti hakkında işittiğiniz sayılar düşük olmaya mahkum. Eski muhariplerin sosyal haklarını, yaralı askerlerin tıbbi bakımları için harcanacak uzun vadeli mâliyetler, giyinecekleri ve kullanacakları teçhizatların değiştirilmesi vb şeyleri de eklediğinizde Obama'nın salı günü yaptığı konuşmasında ifade ettiği 30 milyar doların çok üzerinde bir sayıya ulaşırsınız. Şayet ihtiyatlı davranmak istiyorsanız, gerçek mâliyetin duyduğunuzdan iki kat daha büyük olduğunu varsayın. Hâlihazırda tahsis edilmiş parayla birlikte, yıllık 100 milyar dolar civarındadır. Bir dahaki sefere pas tutmuş bir köprüden geçerken veya semtinizdeki okul idâresinin bütçede kesintiye gitmek zorunda kalışını ve birkaç öğretmeni daha işten çıkardığını duyarsanız aklınızda bulunsun.
Fakat Afganistan'da daha da derine kazmanın bir diğer mâliyeti de var. Obama Afganistan'da "başarı" olarak tanımlayabileceği bir şeyleri elde edebileceğini düşünerek artık başkanlığının geleceğini bahse konu etti ve bunu yapmak için sadece 18 ay'ı var. Kısa sürede toparlanması muhtemel olmayan mecalsiz bir ekonomiyle zincire vurulmuş haldedir ve bu yüzden 2012'ye kadar hoşnutsuz seçmenlerin sayısı kabarık olacaktır.
Demokratlar orta vadede sandalye kaybına uğrayacaklar ve seçmenlerin büyük desteğini kazanmış kanun tasarılarını geçirmek bile zorlaşacaktır. (Obama'nın farklı olacağını düşünerek) 2008 yılında onun adına didinen pek çok insanı yabancılaştırdığından dolayı Beyaz Saray'ı kazandıran taban şevkini yeniden üretmede zor zamanlar yaşayacaktır. İlerlemeci Demokratlar taraf değiştirmezler ama içlerinden bazıları evlerinde oturacak. Afganistan hızla düzlüğe çıkmadığı takdirde Shepard Fairey'in desteğini almada bile sıkıntıya düşebilir.
Tüm bunların anlamı, Obama'nın karayla kuşatılmış, mütevazı bir stratejik öneme sahip olan Afganistan'daki savaşa zaman, dikkat ve siyasi sermaye harcamak zorunda kalacağıdır. Bu arada, dünyanın geri kalanında hayat sürüyor olacak ve ABD'nin çok daha önemli bir dizi ülkeyle ilişkileri dikkat çekmeyecek.. İşte bunun üç örneği:
Yeni Japon hükümeti, ABD ile olan güvenlik anlaşması üzerinde düşünüyor ve onların tüm kaygılarına uyum sağlamak için acele etmek gerektiğini düşünmüyorum ama muhakkak ki çok yakın bir ilgi göstermemiz gerekir. Kısa sürmüş bir Asya gezisinden henüz dönen Obama'nın Japonya'yla (ve diğer kilit Asyalı müttefikerle) ilişkileri arka rafa koyması muhtemeldir. Bu bir hata olacak çünkü Amerika'nın oradaki konumunda kaydadeğer bir aşınmanın, Afganistan harekâtının sonuçlarından çok daha kaydadeğer etkileri olacak. Uzun vadeli bir Asya güvenlik stratejisinin ayrıntılarıyla birlikte planlamak zaman ve ilgi ister ve bu tam da Obama'nın şu an sahip olmadığı bir şeydir.
Türkiye'nin demokratik hükümeti, Avrupa ve Asya kavşağında daha bağımsız ve nüfuzlu bir konum şekillendiriyor. Planlanmış bir NATO tatbikatına İsrail'in katılmasını reddetme kararı (tatbikatın iptal edilmesine yol açmıştır), tıpkı Suriye ve İran'la daha faal bir yakınlaşma içinde olması gibi, yeni bağımsızlığın işaretlerinden biridir. Bu gelişme ille de kötü bir şey değildir şayet Türkiye artan nüfuzunu yapıcı bir şekilde kullanırsa. Fakat küresel sahnenin sürekli bir ilgi ve incelikli Amerikan tepkisi gerektiren yeni bir özelliğidir ve bahse girerim ki bu da gerçekleşmeyecek
Brezilya, burada, Batı yarımküresinde, daha bağımsız ve daha az hürmetkâr bir güç haline geliyor. Brezilya Cumhurbaşkanı Lula de Silva 2003 yılından beri dünya çapında 30'dan fazla büyükelçilik açtı, Venezüella'nın güçlü adamı Hugo Chavez'le arası iyi, İran'ın nükleer araştırma programını savundu ve İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ı geçenlerde Brezilya'da ağırladı. Obama ve Lula bazı meseleler hakkında karşılık mektup alışverişinde bulundular ve Brezilya Dışişleri Bakanı Celso Amorim, iki ülke arasında "hiçbir krizin" olmadığını söyledi. Fakat, iki ülkenin "farklı enlemlerde bulunduğunu" ve "anlaşmazlıklara alışmak gerektiğini" de söyledi. Daha güçlü ve daha iddialı bir Brezilya, (Batı yarımküresinde Amerikan hâkimiyetine uzun zamandır kızgınlık besleyen) diğer Latin Amerika ülkeleri için yeni diplomatik fırsatlar ve de diğer büyük güçler için fırsatlar yaratacaktır. Monroe Doktrini'nin tedricen aşındığının habercisi olabilir mi bu?
Bu gelişmelerden hiçbiri de Amerika'nın hayâti çıkarlarına derhal tehdit teşkil etmiyor fakat hepsi de Washington'ın dikkatli bir ilgisini ve gelişmiş bir strateji izlemesini talep edebilirler. Fakat tahminim o ki baştan savma bir şekilde ele alınacaklar çünkü Obama'nın ilgisi ve Washington'ın entelektüel oksijeni AfPak üzerinde işleyen sonu gelmez tartışma tarafından emilecek.
Çok kötümser olduğumu söylüyorsunuzdur çünkü Obama'nın dış politikada derin bir uzmanlığı olan ehil bir yönetim kadrosu var ve hiç kimse başkanın her şeyi yapmasını beklemez. Bu problemleri Pentagon'a, Ulusal Güvenlik Konseyi yetkililerine ve Dışişleri Bakanlığı'na havale edebilir ve kendisi bir lazer gibi Orta Asya'ya (ve ekonomiye) odaklanabilir.
Buna inanmayı dilerdim fakat tıkır tıkır işleyen bir dış politika aygıtı olduğuna dair pek bir delil göremiyorum. Benim okumalarım, Beyaz Saray'ın, politikanın ana hatları üzerinde sıkı bir denetim tesis ettiğini telkin ediyor ve bizzat (stratejik vizyona fırsat düştükçe kaşla göz arasında ışık tutan) başkan hâriç, büyük resmin kimin sorumluluğunda olduğunu halen çözmüş değilim. Afganistan'daki askeri güç artırımı kararının beşeri ve parasal mâliyetine ilave olarak bir de fırsat mâliyeti var. Bir günde sadece 24 saat, bir haftada sadece yedi gün var ve pek çok önemli mesele hak ettiğinden çok daha az ilgi görecek.
Kaynak: Foreign Policy
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı