Bugün (2 Ağustos) dünya tarihinde kilit bir tarihin yıldönümü. 1990’da bugün, Saddam Hüseyin Kuveyt’i işgal ederek hem kendisi için hem de ABD için mukadder neticeleri olacak olaylar zincirini harekete geçirdi. Bu işgalin Amerika’ya ve onun dünyadaki konumuna muazzam zararlar veren olaylar zincirinin ilk adımı olduğu savunulabilir doğrusu.

I.Körfez Savaşı’nda neler olduğunu hepimiz biliyoruz elbette. Kısa bir bocalama sürecinden sonra (farklı şıklar üzerinde gayretli bir tartışmadan sonra) I. Bush yönetimi büyük ve çeşitli bir uluslararası koalisyon toparladı ve (çoğu Amerikan) etkileyici bir askeri gücü seferber etti. Kuvvet kullanımı için BM Güvenlik Konseyi’nin onayını aldı. Önde gelen bazı şahinler savaşın uzun ve kanlı olacağı tahminini yaptıalar ancak Amerikan liderliğindeki koalisyon üçüncü sınıf Irak kuvvetlerini bozguna uğrattı ve Saddam’ın askeri makinesinin büyük bir kısmını imha etti. Daha sonra, Irak’ın kitle imha silahları programını parçalayıp onu içi boş bir kabuğa çeviren davetsiz müeyyideleri uyguladık. Sertlik yanlılarının “Bağdat’a gitmek” için bastırmalarına rağmen Bush ve koalisyon akıllık edip ülkeyi işgal etmemeyi tercih ettiler. Bush’un oğlunun anlamadığı şeyi anlamışlardı: Derinden bölünmüş bir Arap ülkesini işgal etmeye çalışmak ve siyasetini yeniden tanzim etmek boş bir iştir.

Maalesef, I. Körfez Savaşı’ndaki ezici galibiyet esef verici müteakip olaylar zincirini harekete geçirmiştir. Yeni başlayanlar için söyleyelim, Saddam Hüseyin artık dünyanın en kötü beşeri varlığı olarak teşhis edilmişti her ne kadar Amerika 1980’lerde İran-Irak Savaşı’nda Saddam’ı desteklediyse de. Daha önemlisi, bu savaş, ABD’yi Kuzey ve Güney Irak’ta “uçuşa yasak bölge” kararının icrasıyla baş başa bırakmıştır.

Fakat daha kötüsü, Clinton yönetimi 1993’de Beyaz Saray’a yerleşti ve “Çifte Kuşatma”  stratejisini benimsedi. ABD, Basra Körfezi’nde o vakte kadar denizaşırı dengeleyiciydi ve kalıcı olarak kara ve hava gücü konuşlandırmaktan dikkatlice sakınmıştı. 1940’lardan beri İran Şahı’nı desteklemiştik ama sonra taraf değiştirip 1980’lerde Irak’ı destekledik. Gâyemiz, tek bir gücün bu petrol zengini bölgeye hâkim olmasını engellemekti ve on yıllarca rakip güçleri birbirlerine karşı zekice kullanmıştık.

Ancak ABD çifte kuşatmayla birbirinden nefret eden iki ülkeyi, Irak ve İran’ı kuşatmaya adandı; çifte kuşatma, bizi S.Arabistan ve Kuveyt’te çok sayıda uçak bulundurmaya mecbur etti. Kenneth Pollack ve Trita Parsi’nin de belgeledikleri üzere bunu İsrail istediği için yaptık; Amerikalı yetkililer, böyle yapmanın İsrail’i Oslo Barış sürecine karşı daha uysal kılacağına akılsızca inanıyorlardı. S. Arabistan’da uzun vadeyle Amerikan askeri bulundurmak, mâli külfetinin yanısıra el Kaide’nin yükselişini de tetikledi. “Kâfir” askerlerin Suudi topraklarındaki mevcudiyeti Usame bin Ladin’i derinden incitiyordu; saçma çifte kuşatma stratejisinin terör sorununun ortaya çıkmasındaki rolü hiç de az değildir bu yüzden. ABD ve İran ilişkilerini iyileştirme teşebbüslerini raydan çıkarmaya da yardım etmiştir. Kısacası, çifte kuşatma, çok büyük bir hatadır.

Fakat birilerinin çıkıp onu daha da kötüleştiremediği hiçbir strateji o kadar da kötü değildir. 11 Eylül’den sonra George W. Bush’un yaptığı tam da buydu. Yeterince ileriye gitmediği için çifte kuşatmaya karşı çıkan yeni-muhafazakârların etkisi altındaki Bush, yeni bir stratejiyi benimsedi: Bölgesel dönüşüm. ABD, bölgesel güçler dengesini muhafaza etmek veya Irak ve İran’ı eşanlı olarak kuşatmak yerine artık Ortadoğu’daki rejimleri devirmek için askeri güç kullanacak ve bu ülkeleri Amerikan yanlısı demokrasilere çevirecektir. Daha önce emsali görülmemiş ölçekte bir sosyal mühendislikti bu. Amerikan kamuoyu ve Kongre, Bush yönetimini bu çılgıncasına hırslı entrikanın farazi ilk adımı adına onları dolmuşa bindirmek için dev bir aldatma kampanyası yürütmeye mecbur eden işbu büyük teşebbüsten şüphe etmiyorlarsa da hevesli de değillerdi. Hilekârlık işe yaradı ve ABD 2003 Mart ayında Irak’a karşı gereksiz savaşını başlattı.

“Tamamlan Görev” kısa bir süre sonra mâliyetli bir bataklığa dönüşmekle kalmadı ve enkaza dönen Irak – bunu biz yaptık – Basra Körfezi’ndeki güçler dengesini yok etti ve İran’ın jeopolitik konumunu iyileştirdi. Irak işgali, kaynakları Afganistan’daki savaştan başka yöne çevirdi ki Taliban’ın göz korkutucu bir savaş gücü olarak yeniden ortaya çıkmasına imkân tanımıştır bu.

Böylelikle, Bush’un Saddam’ı devirme kararı bir değil iki (kaybedilmekte olan) savaşa yol açmıştır. Ve bunlar desteklemesi muazzam külfetli savaşlardır. Bush’un vergi kesintileri ve diğer mâli sorumsuzlukları da ekleyin, bu stratejik liyakatsizlik federal bütçe açığının tehlikeli düzeylere varmasına ve gelecek yıllar boyunca boğuşacağımız mâli çıkmaza neden olmuştur.

Açıktır ki bu neticelerin hiçbiri de geçmişte, 1990’da, kaçınılmaz değildi. I. Körfez Savaşı’ndan sonra serin kafalar ve daha zeki stratejistler görevde olsalardı, o galibiyetin avantajını Ortadoğu’da daha güvenli ve istikrarlı bir düzen kurmak için kullanabilirdik. Askeri gücümüzü bölgeden çekebilir ve deniz aşırı dengelemeye çekilebilirdik. Herşeyden evvel, 1990’da Saddam’ın Kuveyt’i işgal kararı Amerika’yı çifte kuşatmaya mecbur etmemiş; Oslo barış sürecini yüzümüze gözümüze bulaştırmamızı, el Kaide’ye daha az dikkat sarfetmemizi veya neoconlarla aynı çanaktan içip Irak’taki aptalca ve talihsiz mâceralarının peşinden dört nala koşmamızı kaçınılmaz kılmamıştı. Geleceğin tarihçileri “Amerikan imparatorluğunun” ne zaman zirvesinde olduğunu ve ne zaman çökmeye başladığını araştırmaya koyulduklarında, 21 yıl önce başlayan bu savaş işe başlamak için doğru bir yerdir.

Kaynak: Foreign Policy

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın