2005’te Financial Times’ta, yeterli ve becerikli olmakla nam salmanın değerine dair bir yazı kaleme almıştım. Yazının ilham kaynağı ABD’nin Katrina kasırgasının ardından aciz kalmasıydı; Washington’ın küresel nüfuzunun bileşenlerinden birinin, diğer ülkelerin Amerikalıların ne yaptıklarını bildiği, söylediklerini yaptığı ve işi tamama erdirdiği yönündeki algısı olduğunu savunmuştum. Marshall Planı, Ay’a gitme ve diğer bariz yeterlilik-beceri gösterileri, Amerika’nın maddi gücünü pekiştirmiş ve diğer liderleri tavsiyelerine kulak vermeye daha meyilli kılmıştı. Tekrar tekrar yaşanan çuvallamalarsa devletlerin hikmetimizden veya kapasitemizden kuşku duymasına yol açıyor ve onları bize kulak asmamaya daha meyilli hale getiriyordu.
Bu sabah, Hindistan’ın gelecek haftaki İngiliz Uluslar Topluluğu Oyunları’na hazırlanmaya çalışırken yaşadığı onca sorunu okurken, söz konusu yazıyı hatırladım. Çin’in etkinliğini ve becerisini göstermeyi amaçlayan (ve bunu hakkıyla başaran) Pekin Olimpiyatları’yla bariz bir tezat söz konusu.
Bu günlerde ne oranda becerikli-yeterli görünüyoruz? ABD birçok açıdan hâlâ cazip bir toplum olsa da başkalarının ne kadar becerikli-yeterli olduğumuza bakıp büyülendiği hissedilmiyor. Ekonomik çöküş Wall Street’i beceriksiz ve/veya yozlaşmış gösterdi ve Washington’daki bitmek bilmez siyasi atışmalar da dışarıdan bakanları etkileyecek değil. Son yıllardaki dış politika sicilimiz de büyük oranda bir başarısızlıklar silsilesi ve yakın gelecekte düzeleceğini de hiç sanmıyorum.
Sorunun büyük bir parçası şu: ABD son derece zor olan ve başarısızlığın muhtemel göründüğü bazı işlerin altına girmeyi tercih etti. Sözgelimi Irak ve Afganistan’daki ulus inşa çabaları. Davetsiz misafirlere karşı sağlam bir nefretin beslediği iç bölünmelerle dolu yabancı toplumları işgal edip yönetmeye çalışmak kimse için kolay değildir. Onların değil bizim tarihsel tecrübemize dayanan bir siyasi sistem yaratmaya çalışmak, Washington’ın üstesinden gelemeyeceği kadar (tümüyle yanlış demesek bile) iddialı hedeflerden biri.
Çinlilerin böyle salakça işlere kalkıştığını görmüyorsunuz, ki bu günlerde daha yeterli görünmelerinin nedeni belki de budur. Biz hikâyeyi ne kadar başka göstermeye çalışsak da Irak ve Afganistan’daki vahim sicilimiz ABD’nin ne yaptığını bilmeyen bir ülke gibi görünmesine yol açıyor. Sizi bu noktaya götürecekse, artık kim, niye ABD’nin peşinden gitsin ki?
Çözüm tekrar kendi içine kapanmak ve inisiyatifi başkalarına bırakmak değil. Çözüm, Amerikan gücünün iyiyi gözettiğini kendimize hatırlatmak ve elverişli olmayan işlere kalkışmaktan kaçınmak. ABD, büyük çaplı saldırganlığı caydırmakta çok iyi ve bu yüzden kilit önemdeki bölgelerde istikrarı sağlamakta başarılı. Gücümüzü adil ve dürüst biçimde kullandığımızda bazen barış anlaşmalarına arabuluculuk etmekte de iyiyiz. Ve dünya ekonomisinin akılcı liberalleştirilmesini teşvik etmek konusunda genelde iyi iş çıkarıyoruz. ABD yabancı toplumları idare etmekte o kadar iyi değil, bilhassa yerel halk bizi istemediğinde ve işlerin oralarda nasıl yürüdüğünü anlamadığımızda. Ve bu tür işlere kalkışmaya devam edersek, çok daha aciz ve beceriksiz görüneceğiz, eski günleri mumla arayacağız.
Kısacası, bir beceri-yeterlilik aurasını tekrar kazanmak sadece daha fazla gayret göstermekle veya yeniden etik davranmakla ve daha önceki dönemlerle bağlantılandırdığımız ‘yapabilmek’ yaklaşımıyla alakalı değil. Bu; aynı zamanda doğru hedefler seçmeyi, zamanı, parayı ve hayatları sonucu olmayan işlerde heba etmemeyi gerektirir. (Harvard Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Profesörü, 22 Eylül 2010)
Kaynak: Radikal