Okuryazarlığın tehlikeleri


Herkese okuma öğretilebileceği yanılsaması, sivilizasyonun/medeniyetin rütbesini tenzil ediyor. Çok da uzak olmayan bir geçmişte, Amerika'da 1800'den itibaren basılan her kitabın bir kopyasının bulunduğu söylenen kütüphaneye şöyle bir göz gezdirmiştim. O vakitler, okumanın ciddi bir iş olduğuna şahit olmak insanın canını sıkıyor; raflarda duran kitaplarda bugünün popüler kitaplarına benzer hiçbir şey göremedim. Okuryazarlık genele yayılmış değildi ve okuyanlar da sırf vakit geçirmek için değil gayri hissi gayelerden dolayı okuyorlardı; gayenin böyle olduğuna dair destekleyici her delil mevcuttu.

Thomas Jefferson, iyi vatandaşlığın ve vatanperverliğin okuryazarlıktan geçtiğini çokça söylerdi. Herkesin okuma-yazma bilmesinden yanaydı ve onun kütüphanesini inceleneyenler niçin böyle istediğini kolayca görebilir. (Kongre Kütüphanesi'nde el değmeden korunmaktadır.) Mutatis mutandis, şayet herkes onun okuduğu türden şeyleri okursa, Jefferson haklı olacaktı. Fakat yüksek sesle dile getirdiği herkesin okuryazar olması yönündeki dileğinin iki tabiî kanunu kendine karşı harekete geçirdiğini görmedi. Belirli bazı niteliklere sahip kişilerin okuryazarlıktan istifade etmesine bakarak herkesin aynı şekilde istifade edebileceği sonucuna sıçramış gibiydi; ve azalan verimler yasasına zıt düşmüştü. Ayırt edilmemiş genel bir okuryazarlığın, iyi külliyat ve kötü külliyat arasında mevcut olduğunu gördüğü orana benzer bir şeye muvafık olduğunu tahayyül etti; büyük ve yaşlı adamın Gresham kanununa karşıt koştuğu yer burasıydı

Gresham kanunu parayla ilgili bir kanundur. Formülü: "kötü para iyi parayı kovar." Bunun anlamı şu: Dolaşımdaki tüm paranın değerini belirleyen ve hemen gözden kaybolmalarına yol açan her daim kötü paradır.
Geçen yıl okuryazarlık seviyesi ve kitap piyasasının şartları yaklaşık olarak Jefferson Amerikası'ndaki kadar olan Portekiz'deydim. "Popüler edebiyat" ürünlerinin satıldığı nâdiren görülebilir ama ne ki iyi türde parmak ısırtacak kadar çok çeşitli kitap vardı. Gözlemimi doğru bir zamanda yapmıştım çünkü diğer tüm iyi modern cumhuriyetçiler gibi, Jefferson'ın fikirleri son zamanlarda Portekizlilere de bulaşmıştı ve herkese okuma ve yazmayı öğretmeye çalışıyorlardı. Bunu tam da bizim gibi tabiî bir kanundan bihaber, ne yaptıklarını bilmeden yapıyorlardı.


Başka yerde olan şüphe yok ki orada da olacak. Her cahil zaten okuyamaz ve Portekizlilerin her okuryazarın okuyabileceği hükmünün bir safsata olduğunu keşfetmeleri muhtemeldir. Gerçek şu ki nispeten çok az okuryazar, okuyabilir; bu oran çok küçüktür. Çoğunluğun zekice okuma yapmaktan aciz olduklarını söylemiyorum; okuma yapmaktan aciz olduklarını söylüyorum yani yazılı bir paragrafın içeriği hakkında doğru bir fikir edinmekten acizler.
Sırf hissiyata hitap eden yazılı bir meselenin, mesela haberlerin, istatistiklerin veya belki "bilgilendirici" editoryal veya makalenin anlamını kestirmeye çalışırlar o da çok kısa cümlelerle ve üç satırlık paragraflarla yazılmış olması şartıyla; fakat okuma ve okuma yeteneği bu değildir, insana has herhangi bir melekenin kullanıldığına işaret etmez. Eğitilmiş zeki bir antropoit/maymunun bunu yapabildiği hem de iyi bir gayeyle yapabildiği tahayyül edilebilir. Esasen, bir atın, karınca kararınca bunu yapabildiğini işittim. Bu nevi yeterlilikten ayrı olan okuma, reflektif (nazari) bir melekedir ve bu melekeye de herkes sahip değildir. Gazetelerde yer alan haberlere göre Colombia Üniversitesi Rektörü Butler, nazari düşüncenin (reflektif düşüncenin) durduğundan şikayet ediyordu geçenlerde. Bu başlık üzerinde konuşulacak çok şey var fakat okuryazarlığın, nazari düşüncenin görevini yürütmeyeceğini söylemek bu noktada kâfidir ki nazari düşünce artık mevcut olmadığı gibi okuryazarlık onun mevcudiyetini varsayıyor da değildir.


Nazari kudretten mahrum ama hissetmeye ehil olan ortalama okuryazar/literati, hissiyata hitap eden yazılı bir külliyat talebi oluşturmaktadır; ve bu nevi bir külliyat ki dolaşımda olanın en kötüsüdür, geri kalan herşeyin değerini belirlemekte ve onları kovmaktadır. Örneğin bu ülkede "ciddi" yayıncıların bu kaçınılmaz değer tespitine gönülsüz ve tedrici boyun eğişlerini görmek ilginçtir. Hissiyata daha çok, nazari düşünceye daha az hitap ederek gâyelerini gitgide gazeteciliğin amaçlarına uygun hale getirdiler; bugüne kadar yürüttükleri politika, müteşebbis Pazar gazetelerinde bulunabilecek türden şeylere hasrolmuş durumda. Geçenlerde edebiyat acentelerinin gönderdiği bir bülten geçti elime ve "meşhur bir isim tarafından yazılmadıkça, ciddi makalelerin, seyahat, dış politika yazılarının iyi bir piyasa bulmasının imkansız olduğunu" ilgiyle gözlemledim.

1874'te basılan "nitelikli" dergilerimizden birinde birşeyler aramıştım ve iki cilt ilerledikten sonra nazari düşüncenin gücüne ayrılan nispi yerin farkına vardım. Merak bu ya, aynı derginin geçen yıl yayınlanan sayılarıyla kıyas yaptım ve Gresham Kanunu'ndaki önermenin geçerliliğinden şüphe edecek bir kimse için bundan daha ikna edici bir deney gösteremeyeceğim gibi genelleştirme için bundan daha sağlam bir temel de sunamazdım.

Gresham kanunu aslında yayıncılık sektöründe devrimden daha fazlasını yaptı; yepyeni bir iş kolu açtı. Bu gerçeği dikkate alarak, yayıncıları ve yazarları sırası geldikçe müthiş bir cesaretten sâdır olan birşeyler sergilerken görüyoruz ki insanın boş ümidin liderine hayranlık duyası ve tüm mahlukat içerisinde kamu yararını düşünenler en çok da bunlar galiba diyesi geliyor.
Kitle eğitimi fikrimiz, niyetlerimize çok şey borçludur; devridaim makinesi gibi, hareket ettiği müddetçe herşey iyi olacaktı fakat onu, tabiî kanunla sürtüşmekten uzak tutmak gibi bir sorun vardı. Bugün eldeki sonuçlara baktığımızda, bir sınıftan mezun olan iki yüz, üçyüz veya beşyüz kişi, azalan verimler yasasının neler yapabileceğini gösteren bir resimden başka hiçbir şey değildir. Kitle okuryazarlığının teşvik edilmesi asil bir tecrübeydi fakat Gresham kanunu'nun sinsi faaliyeti karşısında bu fikrimize barınacak yer temin etmemizin hiçbir yolu yok. Bu bakımdan ve bir de eşitlikçi sosyal teorimizin diğer tüm açıları bakımdan, tabiatın akılsız iyi niyetleri görmezden geldiğini ve onlara karşı haşin bir muamele sergilediğini hatırlatmak gibi mütevazı tek bir amacım var sadece.

Yazar hakkında: 1873-1945 yılları arasında yaşamış Amerikalı liberteryen yazar, eğitim teorisyeni ve sosyal eleştirmen. Bu metin 1934 yılında yazdığı "The God's Lookout" adlı makalesinden alıntıdır.

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı