Elbette bu oldukça doğru bir soru değil, çünkü iki lider de bir dereceye kadar istihbarat raporlarına bağımlı, güvenilir danışmanlarından tavsiyeler alıyorlar ve tüm bu fikirler sadece kendi muhakemeleri değil. Buna göre, nisbi performanslarının herhangi bir değerlendirmesi sadece bireysel olarak liderlerin değil, aynı zamanda kendi dış politika danışmanlarının değerlendirmesidir. Buna rağmen Rusya’nın Suriye’ye son hamlesi ile bir sürü insan, Kremlin’in Beyaz Saray’ı kuşatıp kuşatmadığını, kurnazlıkla alt etmesini ve yenmesini merak etmesine sebep oldu.
Bu gerçekten doğru mu? Kurnaz ve eski bir KGB subayı, eski hukuk profesörü ve toplum organizatörü karşısında bir numara mı oldu? Peki, bu son olayların döngüsü etkin bir dış politikanın formüle edilmesi ve uygulanması için her ülkenin yeteneği hakkında bize ne anlatıyor?
Bu soruya cevap vermenin bir yolu, her ülkenin son yedi yılda kat ettiği yolu daha geniş bir perspektiften incelemektir. Putin rekor bir süre için oldukça iyi görünüyordu: Rus ekonomisi (yüksek petrol ve emtia fiyatlarıyla) 2012 yılına kadar hızla büyüdü, Dünya Ticaret Örgütü’ne girmeyi başardı ve sözde “yenilemeyle” Washington ile Moskova arasındaki gergin ilişki samimiyet derecesini restore etti. Ama Putin’in genel kayıtları daha az etkileyici görünüyor: Amerika’nın oldukça iyi gittiği dönemde Rus ekonomisinde artık ciddi bir durgunluk hakim. Ve düşünün: Rusya’nın 2014 GSYH’si en az 2 trilyon dolardı ve son altı yılda ABD ekonomisi Rusya’nın tüm ekonomisinden daha büyük miktarda büyüdü. Nitekim ABD ekonomisi çok daha çeşitli ve esnek bir ekonomi.
Aynı derecede önemli olarak, Amerika Birleşik Devletleri son yedi yılda hiçbir anahtar müttefikini kaybetmedi ve bir dizi ülkeyle (ör. Hindistan, Vietnam, vb.) ile ilişkileri önemli ölçüde düzeldi. Ukrayna krizi neticesinde Rusya’nın Avrupa ile ilişkilerine zarar geldi ve Rusya G-8’de askıya alındı ise de Rusya ve Çin, yakın müttefikler olarak işbirliğini biraz daha artırdı. Putin’in bir “Avrasya Ekonomik Birliği” kurma çabalarından bir netice alınamamışken Amerika Birleşik Devletleri, Asya’daki ortakları ile sadece bir dizi büyük ticaret anlaşması imzaladı. Ve Putin’in Suriye’de Esed rejimini kurtarmak zorunda hissetmesi, Ortadoğu’da aslında genel pozisyonunun ne denli zayıf olduğunu gösteriyor.
Buna karşılık, bazı yeni sürtüşmelere rağmen Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail, Mısın, Suudi Arabistan, Kuveyt, Ürdün, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri ile hala yakın bağları var ve uzun süredir düşmanı olan İran ile hırçın ilişkileri biraz daha iyiye gidiyor. Uzun lafın kısası: Daha ziyade Amerika’nın elini tutmak adına, Obama’ya ve onun takımına, yurtdışında yararlı ilişkiler kurulmasının devam etmesi için ve George W. Bush ile neo-con’ların panik ve cahillikle daldıkları bataklıklardan uzak durmaları için gönülsüz de olsa destek veriyorlar.
Ve yine, Putin’in zayıf elini, Obama’nın güçlü elinden daha iyi oynadığı izleniminden kaçmak zor. Bu algılar kısmen ortaya çıktı çünkü Obama birkaç dış politika fiyaskosu devraldı ve geri çekildiği için suçlanmadan başarısız projeleri rafa kaldırması biraz zor. Obama’nın ana hatası, selefi tarafından miras bırakılan sağlıksız pozisyonları yeterince tasfiye edememek değildi: Afganistan’ı daha hızlı terk etmesi ve Libya’da hiç rejim değişikliği yapmaması gerekirdi. Buna karşın, Putin ilk bakışta başarılı görünüyor çünkü Rusya önceki zamanlarından daha iyi bir rol oynuyor. 1995 ya da 2000 yıllarında Rusya’nın nerede olduğu göz önüne alındığında, yukarı doğru gidiyordu ama hiçbir yerde yoktu.
Ancak Putin ayrıca bir şeyi doğru yapmış: Ulaşması oldukça kolay olan basit hedefleri izlemiş ve bu şekilde Rusya’nın mütevazı kuvvetlerine oynadı. Ukrayna’da baskın bir hedefi vardı: o ülkenin Avrupa Birliği’ne yaklaşmasını önlemek, akabinde tam üye olmasını ve sonra NATO’ya katılmasını engellemek. O Ukrayna’yı yeniden kendisine bağlamayı ya da Rusya’nın bir klonu haline getirmekle ilgilenmiyordu ve şimdi var olan “donmuş çatışma” çekirdek hedefe ulaşmak yeterliydi. Bu temelde olumsuz olan amacı başarmak zor değildi çünkü Ukrayna hâlihazırda bozulmuş, içten bölünmüş ve Rusya’nın hemen bitişiğinde. Tüm bu özellikler Putin’in mütevazı bir kuvvet kullanmasını sağlamış ve başkası için zor olan döngü başlamadan verdikleri yanıtlar olmasaydı kazanamazlardı.
Putin’in Suriye hedefleri eşit, basit, gerçekçi ve Rusya’nın sınırlı varlıkları ile aynı hizada. O anlamlı bir siyasi varlık olarak Esed rejimini korumak istiyor, böylelikle Rusya etkisinde bir bulvar olarak kalacak ve Rusya gelecekte yaşanacak herhangi bir siyasi çözümün bir parçası olarak kalacak. O Suriye’yi fethetmek için, Alevilerin ülke kontrolünü geri alması için, İslam Devleti’ni yenmek için ya da tüm İran etkisini ortadan kaldırmak için çalışmıyor. Ve kesinlikle orada demokrasi bina etmek gibi bir çeşit hayalperest rüya peşinde de değil. Rus hava kuvvetlerinin sınırlı savaş düzeni alması ve bir avuç “gönüllü”, özellikle eğer Amerika Birleşik Devletleri ve diğerleri de çatışmaya karşı daha gerçekçi bir yaklaşım benimserlerse, Esed’i mağlup olma kaderinden beri tutmak için yeterli olabilir.
Buna karşılık olarak, ABD’nin her iki çatışma ile alakalı çıkarları hüsnükuruntu ve stratejik çelişkilerle bir arada olmuştur. Ukrayna’da, neo-con olan fantastik bir tanıdık ittifak (örneğin, Devlet Sekreter Yardımcısı Victoria Nuland)ve liberal enternasyonalistler, faziletlerinin ve tarafsızlığının hiçbir olasılıkla yanlış anlaşılamayacağı iddia edilen AB Katılım Anlaşmasının tamamen iyi huylu bir hareket olduğuna kendilerini ikna ettiler. Bunun bir sonucu olarak, Moskova reel politik senaryo kullanmaya devam ettiğinde ve bütün konuyu çok farklı gördüğünde bunlar tamamen göz ardı edildi. (İkiyüzlülük ve körlük unsuru burada da oldu; Rusya Batı Yarımküre ile uğraşırken Amerika Birleşik Devletleri’nin uzun süre yaptığı şekilde davranıyordu ama nedense ABD’li yetkililer Moskova’nın vermiş olduğu açık uyarıları görmezden gelmeyi başardı.) Ayrıca, Batı’nın ana amacı -iyi işleyen demokratik bir Ukrayna devleti kurma- en başından beri övgüye değer ama Putin’in çok daha sınırlı ve nispeten kola bir hedef olarak belirlediği Ukrayna’yı NATO dışında tutmanın yanında son derece zorlu bir görev oldu.
Amerika’nın Suriye’deki politikasının daha bulanık hal aldığını zaten söylemeye gerek yok. Ayaklanma ilk başladığından beri, Washington boşuna zor ve uyumsuz hedefler serisi elde etmek için çalışıyor. “Esed gitmeli” diyor ama herhangi bir cihatçı grubun (yani gerçekten Esed’e karşı savaşan bir kişinin) onun yerine gelmesini de istemiyor. “DAEŞ’in aşağıya çekilmesini ve yok edilmesini” istiyor ama aynı zamanda el-Nusra Cephesi gibi İslam karşıtı devlet gruplarının da başarılı olmasını istemiyor. İslam Devleti ile anlaşmaya yardımcı olmaları için Kürt savaşçılarına güveniyor ama Türkiye’nin de yardım etmesini istiyor ve Türkiye Kürt milliyetçiliğinin körükleneceği adımlara karşı çıkıyor. Yani Amerika Birleşik Devletleri “siyaseten doğru” olan – hiç akla gelmeyen “ılımlı”- Suriyeli isyancıları boşuna arıyor olmuştur. Ve Esed’in gitmesinden ayrı olarak, Suriye’nin geleceği için uzun vadeli ABD vizyonu açık değildi. Bütün bu karmakarışık yönü göz önüne alındığında, Obama’nın şaşkın görünüyorken Putin’in eylemlerinin cesur ve belirleyici gözükmesinde hayret edilecek bir şey var mı?
Bu fark yapısal olarak kısmen geçerli: Rusya, Amerika Birleşik Devletleri’nden çok daha zayıf (ve zamanla daha da zayıf bünyeye mahkum) olduğundan kalan kartlarını dikkatle oynamak zorunda ve mütevazı maliyetlerle sadece hayati hedeflerini başarmak zorunda. Amerika Birleşik Devletleri küresel sorunlara kullanmak için çok daha fazla kaynağa sahip ve elverişli jeopolitik konumu onun birçok hatasının yankılarını önler. Buna hem yeni muhafazakarlar ve liberal enternasyonalistlerin dünyada “özgürlük” yaymanın gerekli olduğuna olan inanç eğilimini, hem de istenmeyen sonuçlar ya da ciddi direnç oluşturmayacak olması ile politik girişimler bütününün kaynakları altında halihazırda aşırı iddialı bir reçetenin yer almasını ekleyin. Söylemeye gerek yok ama bu tekerrür eden başarısızlık için mükemmel bir reçetedir.
Bir diğer deyişle, Putin’in hedefleri onun sınırlı kaynakları ile orantılı olduğundan Putin daha başarılı görünüyor. O Amerikan hegemonyasından şikâyet etmeyi seviyor ama onu tüm gezegen üzerinde Rusya’nın “liderliğinin” bir kader olduğuna dair kendini beğenmiş konuşmalar yaparken duymazsınız. Amerika’nın gücü ve çekirdek coğrafi güvenliği, liderlerinin iddialı hedefler belirlemek için zemin oluşturuyor ama aslında çoğu ABD’nin güvenlik ve refahı için zaten gerekli değil.
Bazen ABD diplomasisi kendimize rağmen başarılı (örneğin, İran ile nükleer anlaşma, DYP, vs.) ama çoğu zaman bizi ne kazanabileceğimiz ne de uzakta kalabileceğimiz çatışmalar ve komplikasyonlara sürükler.
Peki, kim daha iyi stratejist? Bir tarafta Obama’nın altta yatan gerçekçilik duygusu var ve birçok yerde ABD çıkarlarının sınırlı olduğunu anlıyor. O aynı zamanda sonuçlara dikte kapasitemizin, özellikle bizimkinden çok farklı bölünmüş toplumlarda sosyal mühendisliğin karmaşık konuları kapsaması durumunda eşit şekilde kısıtlı olduğunu kavrar. Başka bir deyişle, yeni bir ulus kurma pahalı, aşırı şekilde zor ve çoğunlukla gereksizdir. Ama o “küresel liderliğe” bağlı olan bir dış politika kurulmasına öncülük etmeli ve herhangi bir “eylemsizlik” ile alay eden, önerdiği alternatiflerin tamamen “saçmalık” olduğu bir muhalefet partisine karşı koyuyor.
Putin, aksine, iyi bir stratejist alametlerinden biri olarak kullanılabilir kaynaklarıyla yaptığı hedeflerin örtüştüğü iyi bir iş çıkarmıştır. Onun başarısızlıklarının tümü kısa vadeli ve esasen savunmacı olmasındandır; uzun vadede Rusya’nın gücünü ve statüsünü geliştirmek için olabilecek bir programın peşinde olmak yerine o, Rusya’nın küresel konumunun daha kötüye gitmesini önlemek için, tasarlanmış bir dizi artçı eylemle mücadele ediyor.
Gelin buna beraberlik diyelim. Gerçek kaybedenler, ne yazık ki, Ukrayna, Suriye ve diğer bazı talihsiz yerlerde yaşayan insanlardır.
Dünya Bülteni için çeviren: Caner İlter