AKP, Milli Görüş gömleğini çıkaralı beri ikilemden veya tezadlardan kurtulamıyor. Tezadlar arasında gidip geliyor. Bunu temel nedeni ahir zamanla ilgili hadislerde haber verilen husus olmalı. İnsanın değerlerleriyle hâkim paradigma arasında kalması. Kurallar vela din cemreye benzetiliyor ve insan onu tutmak istediği oranda ve nisbette eli yanıyor. Elinden attığı taktirde de dininden oluyor. Elinde tuttuğu oranda da eli yanmaktan kurtulamıyor. Böyle bir tezad veya gergef hali. Bu itibarla, AKP kurallar veya değerler bütünüyle paradigma arasında gelip gidiyor. Değerleri, terkettiğini ve çıkardığını söylediği gömleği. Yani kendisini yakan hususlar. Diğer tarafta da üzerinde Demokles'in kılıcı gibi pradigma var. Pradigma aslında sabit değerlerin karşılığını yani oynak ve merkezkaç alanı temsil ediyor. Mevlana'nın pergelindeki afakta sallanan ayak. Bunu eskiler şu şekiled ortaya koymuşlar: "Dur haysü dare'l hak" yani hakkın döndüğü yere dön. 'La tedur haysü darei't dehru / ensrümentallerin veya dünyanın döndüğü yere dönme." Bu da mevcut şartlarda laiklik olarak kendisini gösteriyor. Bunun sosyolojik açılımı veya okunuşu sekülarizmdir. Laikliğin içtimai bağlamı veya uzantısı sekülarizmdir. Eskilerin tabiriyle dehrilik. Cemaleddin Afgani, “Er Reddü ale'd dehriyyin” kitabında bu kavramı yanlış bağlamda kullanır. Ona dinsizlik ve ateizm manası yükler. Halbuki dehrilik teorik değil pratik ateizmdir. Bir mana deizm. Papa'nın sık sık atıfta bulunduğu husus. Seküler hayat tarzı. Bu anlamda bazıları indirgemecilikle laikliğe dinsizlik manası veriyorlar. Halbuki laiklik doğrudan dinsizlik olmayıp onun geniş kapsamı ve yakabıdır. Sosyolojik alanıdır.
AKP değerlerle pradigma arasında sıkışıp kaldığından dolayı iktidarda kalması karşılığında laikliğin kuvveden fiile çıkmış veya pratize edilmiş hali olan sekülarizme kayıyor ve dünyevileşiyor. Paradigmayı elinin tersiyle itse, dışlasa zaten kendisine iktidar yüzü göstermezler. Böyle bir ikilemin kıskacında. Ama bu bıçak sırtı tezad çizgisinde daha fazla ilerlediğinde de sistemin asıl sahipleri ile arasındaki fark daralacak ve belki iyice buharlaşacak. Farkında olmadan sistemin sahipleriyle buluşacaklar. Öyleyse bıçak sırtı hal bir yerde incelmek ve hatta kopmak zorunda. Bu durumda ya merkeze yerleşen parti temellerinden ve köklerinden iyice kopacak ya da kopma noktası bir darbe şeklinde tecelli edecek. Taha Akyol gibiler muhtıradan sonra paradigma ile arasındaki çizgiyi iyice inceltmesini istediler. Ertuğrul Özkök'ün muhtıra öncesi bir yazısında Abdullah Gül'den menkul olarak yeni seçimlerde partinin vitrininde değerler profiline yakın isimleri daha da eleyeceklerini ve budayacaklarını yazması gibi. Sistem böyle istiyor. Bundan dolayı Türkiye'deki muhafazakâr partiler bugüne kadar bu handikabı veya cendereyi aşabilmiş değiller.
***
Yine ejder uyanarak AKP'yı bir çizik attı. AKP yara aldı ve halka giderek yaralarını sarmak istiyor. Ama ejder de uyandı. Dolayısıyla zıtlaşma kaçınılmaz. İşte bu zıtlaşmayı açmak için kimileri daha fazla sekülerleşmeden ve anlam buharlaşmasından ve kaymasından medet umuyor. Bunların başında da 'modern mahrem' bağlamında dünyevileşmiş rumuzların gelmesi şaşırtıcı değil. Kimileri bu darboğazı aşabilmek için AKP'nin vitrinine daha fazla kadın aday yerleştirmesi gerektiğini salık veriyor. Tayyip Bey'in bahsettiği blokaj ve kuşatma böylece modern mahrem üzerinden aşılabilir ve yarılabilirmiş! Bu tekliflerden birisini sık sık ilginç çıkışlarıyla tarama alanına giren Aişe Böhürler yapıyor. Yeni Şafak'ın taptaze yazarı. En sonunda kendi teorisyenini AKP saflarına davet etti. Başörtülü kadının kamusal alanda sekülarizyon sürecini anlatan kitabın yazarı olan belki de kadın nazariyatçısı ya da mühendisi dememiz lazım gelen Nilüfer Göle'den bahsediyoruz. Modern mahrem kitabıyla bütün dünyaya ün saldı. Ve yazdıkları teori oldu ve Ayşe Böhürler gibi yeni İslamıclarla birlikte de meyvesini verdi. Ve Elizabeth Özdalga veya Taha Akyol gibiler bu teoriyi havada kaptılar ve kamusal alanda başörtüsünün kadınının sekülarizasyonu için iyi bir vetire ve süreç olacağını teyid ettiler. Böylece yine karşımıza bir ikilem çıktı ve iş çatallaştı. Böşörtüsünden açsakta mı kurtulsak yoksa açmadan; içini boşaltsakta mı kurtulsak? Bereket sekülerlere karşı laiklerin kendi devrimsel cephelerinde sapasağlam görüyoruz da başörtüsünün evrimle evrilmesine geçit vermiyorlar. Birisi devrim diğeri evrim. Taha Akyol haliyle evrim yolunu tutuyor. Bu da son yıllarda geliştirdiği yeni bakış açısının ürünü. Görme alanınız zaviyenize göre şekillenir. Ve sonuçta başlangıç noktasına döndük. Kırk satır mı, yoksa kırt katır mı? Değerler ile sekülarizm arasındaki yolculuk ve seyrüsefer bu ikilem içinde sürüp gidiyor. Ya kırılacaksınız ya da ehlileştirileceksiniz. Evrimleşerek evrilmede sıfır risk oranı kabul ediliyor. Bereket ki öyle. Aksi taktirde, topumuzu savuracaklar! AKP ile ilgili yine kapatma ihtimalinin gündeme gelmesi ve İngiliz basınının Cezayir seçeneğine atıfta bulunması sarkacın öteki ayağını akla getiriyor.
***
Son tahlilde, uzatmalarla devam eden sürecin de sonuna geldik gibi gözüküyor. Bu ikilem de yolun sonuna geldi. Zaten geri dönme şansını kaybetti. İlerleme şansını da kaybetti. Mesele düğümlendi. İleri gitse zaten sistemin sahiplerinden pek farkı kalmayacak. Onların misyonlarını devraldığı oranda meşruiyet kazanabiliyor. Yine de meselenin bir tarafında ekip meselesi de var. Sistemi içselleştirmeniz de tam olarak yetmiyor. Seçilen isim ve kadro da ona uygun olmalı. Bir yerde 'ne iş yaparım abi' edebiyatı da yetmiyor. Yapacak olanın kendisi de önemli. Bazen vahdet--i vücud ile vahdet-i mevcut arasındaki derece farkının veya mesafenin kabu kavseyn halini alması gibi. Veya aşırı tecerrüdün aşırı maddiyatçılıkla eşitlenmesi gibi. Bu ikilemin son noktasında, partiyi kadınlarla dolduracakları yerde pekâlâ hep birlikte CHP'ye doluşabilirler. Eğer gidecekleri son nokta illa burasıysa... Bu noktada, Nilüfer Göle ile birlikte Leyla Alaton gibilerinin de adının geçmesi konjonktüre uygun. Son bir vurgu ile bitirelim: Ankara Barosu'nda türban nedeniyle ceza alan ilk kadın avukat Diyarbakırlı Zennure Biten AKP'ye adaylık başvurusunda bulunduktan sonra şunları söylemiş: Milletvekili olursam Meclis'e başımı açarak gireceğim. Zaten şu anda da adliyedeki duruşmalara başımı açarak giriyorum. Bu durumda sormaya gerek yok: Milletvekili seçilmen mi daha önemli yoksa başörtülü kalabilmen mi? Ve bir de çaprazdan başka örnek. Sultanahmet Camii eximamı Osman Nuri Bedir de görevinden istifa ederek CHP-DSP saflarında siyasi mücadeleye katılacakmış.
AKP’li avukat Zennure Biten ile Sultanahmet eximamı Osman Nuri Bedir arasında ne fark var? Kendisi için Emin Çölaşan'ın aradığı evsafta bir imam deniliyor.Adı Mustafa Bekri değil Bedir ama ne fark eder? O da bu asrın Mustafa Bekri'si olmaya aday. Ama son olarak aklıma gelen de şu : En iyisi: İçi boş senlik benlik kavgası üzerine milleti kamplara ayırmak yerine AKP topluca CHP'ye taşınsın ve DSP'den sonra son ortakları olsunlar. Sistemin üniter ve üniterleştirme yapısı da iyice tescillensin. 28 Şubat sürecinden beri hep aynı tabloyu tekrar tekrar niye yaşayalım. Artık bu oyuna bir son verilsin.