Bugünlerde İslam ile İslamcılığı birbirinden ayırmak isteyen çağrılardan, kampanyalardan geçilmiyor. Bu kampanyanın gönüllüsü olan bazı dindarlar da İslamcılığı yerden yere vuruyor, aforoz ediyorlar. Halbuki İslamcılığın iki açılımı vardır. Bu açılımlardan birisi İslam’ı( doğru anlayışı) ihya etmeye matuftur. ‘Ey iman edenler, iman edin!’ ayeti de buna işaret eder. İkincisi de Müslümanların İslam’la ilgili sözlerine ve görüşlerine de İslamcılık denmektedir. Bu anlamda İslam’da temel bir iken, onun yorumları çeşitlidir. Bundan dolayı Ebu’l Hasan el Eş’ari İslami ekolleri ve görüşlerini ‘makalat el İslamiyyin’ şeklinde ifade etmiştir. İslamcıların sözleri demektir. Almanya Başbakanı Merkel’in yaptığı ise dışarıdan, hariçten İslam’ı tanımlamaya matuf sadet dışı bir İslamcılık denemesidir. Oryantalist İslamcılıktır. Almanya Başbakanı Angela Merkel, İslam'ın Almanya'nın bir parçası olduğunu söylerken İslamcılığı dışlıyor. Belli ki İslam içi veya Müslümanlar arası bir hesaplaşma istiyor. Herhalde siyasi alan da dahil İslam’ı yaşama ve yaşatma çabası içinde olanlara İslamcı adını veriyor. İsme bağlılık düzeyinde kalan, ameli bağlılık seviyesine çıkmayanlara da Müslüman diyor olmalı. İltizamı yani bağlılığı, yaşamayı dışlıyor. İslam’da ilim talimden ibaret değildir ve terbiyeyi de içermektedir. İkisinin birbirinden kopuk olması istişrak yani amelsiz ilmi doğurur. İlim bilgi düzeyinde kalır. Aktif hale geçmez. Merkel de amelsiz ve eylemsiz bir Müslümanlık tasarlıyor, onu teşvik ediyor. Bunun adına da Müslümanlık diyor. Ülkede yaşayan 3 milyon Müslüman için daha fazla hoşgörü isteyen Merkel, bunun yanında İslam ile İslamcılık arasında daha güçlü şekilde ayrım yapılması gerektiğini savunmuştur.
*
Spiegel Online'da yer alan habere göre, "Herkese aynı şekilde muamele edemeyiz. Buna dikkat etmeliyiz" diyen Merkel, "Almanya'da İslamcılar İslam'ı temsil etmiyorlar. Burada yaşayan Müslümanların büyük çoğunluğu açık şekilde, şiddetten uzak duruyor. Zaten kim Almanya yasalarını tanımayı reddederse bunun hukuki sonuçlarına katlanmak zorunda" diye tehdit savurmuştur. Minarelerin bile uzunluğunu hesap eden Merkel İslam’ın da neyi kapsadığını veya neyi kapsamadığını tespit ediyor. 11 Eylül üzerinden, Kaide üzerinden bu yapılmıştı. Birçok ülkede İslami müfredat Batılıların icazetine terk edilmişti. Buradan Batı tarzı ılımlı İslam veya Suriye’de olduğu gibi ılımlı muhalefet tanımına geliyoruz. Amerıkalı Neoconların Afganlı devşirmelerinden Zalmay Halilzad’ın eşi olan Cheryl Benard RAND Corporation adına Civil Democratic Islam adıyla bir çalışma yayınlamıştı. Bu, Batı ve İsrail ile uyumlu bir İslam modeli üretme çabasıydı. IŞİD ile birlikte ortaya çıkan Obama tarzı yeni 11 Eylül’ün gölgesinde yine böyle fiili bir çalışma yapılmakta. Obama’nın IŞİD’e karşı yürüttüğü ‘itibarsızlaştırma ve karalama (Obama’s ‘degrade and destroy) kampanyasının unsurlarından birisi karalamadır. Bununla birlikte neyi karalıyorlar? Obama aynı zamanda Cheney ve benzerleri gibi IŞİD üzerinden hilafeti karalıyor. Hilafeti IŞİD’in üzerinden okumak onu karalamaktır. Bu tanımlama veya karalama Sisi darbesini onaylayan Ezher gibi kurumlara havale ediliyor. Halbuki bu çizgi İslam’a değil ateizme götürmektedir. Nitekim Ezher Şeyhi Ahmet Tayyib geçenlerde Mısır’ın ateizm rüzgarlarından emin veya dalgasından uzak olmadığını itiraf etmiştir. Hocaların tutarsız olduğu yerlerde daha başka ne beklenebilir?
*
Bu kampanya İslam’ın kökleri ve genetiğiyle oynamaktır. Obama bu yönüyle de Bush’laşmıştır. Merkel de maalesef son dönemlerde ilmi kariyerini Viyana’da sürdüren Cheryl Benard’ı taklit etmektedir. Tanzimat’la birlikte gavura gavur demek yasaklanmıştı. Tanımlar yumuşatıldı. 11 Eylül gölgesinde ise İslam’ı tanımlama işi Batının tekeline geçti. Başka türlü bir tanım gayri meşru ve suç sayılıyor. Merkel’in izinden giderek Netanyahu da İslam’ı tanımlasa, nasıl tanımlayacaktı?
Netanyahu İslam’ı tanımlasa nasıl tanımlardı? İsrail ve Yahudi dostu olarak. Amerikalılarda ılımlı İslam’ı Amerikan çıkarlarına hizmet eden anlayış olarak görüyorlar. Bunun dışındakileri de skala biçiminde gayri meşru sayıyorlar.
Dünyanın geldiği yere bakın. Aynen Bekri Mustafa fıkrasında olduğu gibi.
Meşhur ayyaş Bekir Mustafa efendi Sultan Ahmet Camisinin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır. Fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur. Cemaatin beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu sırtında cübbesi ile oradan geçen Bekri Mustafa yı Hoca sanarak namazı kıldırmasını söylerler. "Yok ben hoca değilim" dese de dinlemezler ve zorla öne geçirirler. Bekri Mustafa tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat aralarında konuşmaya başlarlar "Ne derin hoca ölü ile bile konuşuyor"
Namazdan sonra bazı adımlar Bekri Mustafa yı sıkıştırırlar.
-Hoca çabuk söyle ölüye ne dedin
-Olmaz söylenmez bu bir sırdır dese de ısrar ederler.
Bekri Mustafa başlar konuşmaya
-Dedim ki, ey falan oğlu falan sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun. Eğer orada bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa Bekri Mustafa Sultan Ahmet'e imam olmuş dersin. Onlar gerisini anlarlar.