Demokrasiye geçildiği tarihten itibaren Türkiye’de “resmi ideoloji”yi doğrudan savunan siyasi hareketler bakımından iktidarı elde etme ihtimali kalmamıştır. 1961 Anayasası zaten bu önkabulden yola çıkarak hazırlanmıştır. Seçim yoluyla oluşan iktidarı sınırlamak, seçime muhtaç olmayan başka iktidar alanları açmak ve bunları tahkim etmek 27 Mayıs darbesinin temel hedefiydi. Bunda başarılı da olmuşlardır. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri ve yüksek yargı seçilmiş iktidarın tasarruf alanının tamamen dışına çıkartılmıştır.

Seçimle oluşan iktidar, zaman içinde kültürel, ideolojik bakımdan değişiklikler göstermektedir. Dünyadaki ve Türkiye’deki değişimin izlerini bir şekilde seçim sonuçlarında görmek mümkündür. Siyasi partiler, Meclis kompozisyonu, hükümetler zaman içinde ciddi değişiklikle geçirmiştir. Seçilmeden iktidar kullananlar ise, kendi kendini üreten otomatik mekanizmalar sebebiyle 27 Mayıs’tan bu yana hep aynı kalmıştır. Özellikle yüksek yargı üyelerinin konuşmalarını takip ederseniz, hala, lise yıllarında okudukları, üniversite yıllarında tekrarladıkları felsefe ve bilim anlayışlarından bir adım ileriye gidemediklerini görürsünüz. Kullanılan süzgeç hiç değişmemiştir.

Seçilmiş iktidar dünyada ve Türkiye’de meydana gelen değişimin yansımasıyla oluşurken, seçilmeden iktidar kullanan unsurlar elli yıldır aynı paradigmaya bağlı kalmayı sürdürmektedir. Hal böyle olunca, seçilmişlerle seçilmemiş iktidar arasındaki “dünya görüşü” farklılığında makas açılmaktadır. 1980’li yılların sonundan itibaren genel anlamda değişim hızlandıkça seçilmemiş iktidar unsurlarının yabancılaşması daha da artmıştır. Makas açıldıkça, seçilmemiş iktidarın devlet yönetimini etkileme gücü ve imkânları azalmakta, buna karşılık agresifliği artmaktadır.

On yıldan fazla bir zamandır sadece yüksek yargı üzerinden güç kullanabilen seçilmemiş iktidar unsurları, Türkiye’de hukukun büsbütün tahrip edilmesi pahasına, giderek artan bir dozajla “görev” icra etmeye çalışmaktadır. “Yargının siyasallaşması” güncel siyasete bulaşma / karışma anlamında değerlendirilmemelidir; bu tablonun vahametini azaltır. Türkiye’deki “siyasallaşma” 27 Mayıs darbesiyle inşa edilmiş, yeni “resmi ideoloji”nin koruyuculuğu misyonundan doğmaktadır; çok daha derin ve yapısal sebeplere dayanmaktadır. Bu yüzden HSYK ve yüksek yargı bağlamında ortaya çıkan söz ve eylemleri kişisel veya bir topluluk ya da bir gruba ait işler olarak görmemek lazımdır. Siyasallaşma 27 Mayıs darbesinin yüksek yargıya yüklediği misyondur.

Basına nasıl sızdığı ayrı bir tartışma konusu olsa da, Yargıtay ve HSYK üyelerinin konuşmaları bu konuda tam bir fikir verecek mahiyettedir. Onlar, yargıyı ve hukuku, sadece, bir siyasi misyonun aracı olarak görmektedirler. Hukuk kuralları, yargı, yargılama faaliyeti tamamen bir hedefi gerçekleştirmek için hazırlanmış mizansenlerden ibarettir. Kamuoyunu ilgilendiren davalar ve olaylar bakımından genel çerçeve böyle iken, sıradan dava ve olaylarda ise maddi ilişkilerin çok etkili olduğu görülmektedir. Yargıda rüşvet ve yolsuzluk üzerine yapılan birçok araştırma, hem yargı içinden hem de vatandaşlardan alınan bilgilerle bu kanaati doğrulamaktadır. Yargı, yargı olmaktan çıkmıştır.

Türkiye’nin en acil işi, bir taraftan kayıt dışı siyaset yapan bu unsurları temizleyerek siyaseti güçlendirmek, diğer taraftan da yargıyı gerçek misyonuyla irtibatlandırmaktır. Anayasa değişikliğinin böyle bir yolu açacağı anlaşıldığı için statükoyu korumak isteyenler muhalefetin dozajını arttırmaktadır.