Necmettin Erbakan Hocanın vefatı sadece Türkiye için değil, dünya müslümanları ve bütün bir dünya için yeri doldurulmaz bir kayıptır. Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur; o bu kavuşmaya bir ömür zaten hazır idi. Vefat haberinin acısı henüz tazedir; artık bir tarihi şahsiyet olarak, hayatı ve mücadelesi birçok yönü ile ayrıntılı şekilde değerlendirilecektir. Burada, şimdilik, sadece birkaç hususu tebarüz ettirmek isterim.
Erbakan Hoca, yaşadığı dönemin şartları dikkate alınırsa, ilk defa müslümanlığını önemseyen insanlar için bir özgüven abidesidir; bunun öncüsüdür. O yıllarda müslüman oluş bir ifthar vesilesi değil bir “gerilik” göstergesi olarak telakki olunur idi. Hoca resmi statü ve titrleriyle, birikimiyle, uslubuyla, perspektifleriyle, duruşuyla yerleşik müslüman insan tipini değiştiren kişidir. “İnanıyorsanız, en üstün sizsiniz” ayetinin mücessem haliydi. Bugün bunun değerini anlamak zordur; zaman ve şartlar müslümanlık tezahürlerine müsaitdir, hatta bunlar prim yapmaktadır. 60’lı yıllar, müslümanlığın, hele belli sosyal alanlarda tezahürünün bir kahramanlık gerektirdiği dönemdir. Bugünlere ulaşmamızı sağlayan en önemli aktör şüphesiz Erbakan Hoca’dır.
Vefatı ardından yapılan değerlendirmelerde, Erbakan Hoca’nın layıkıyla anlaşılamadığından söz edilmektedir. Gerçekten de bu doğrudur. Bunun sebebi, kanaatimce, sadece insanımızın Hoca’yı tanıma konusunda eksik ve yanlış bilgilendirilmesi değildir; Hoca’nın, her zaman, Türkiye’nin birkaç on yıl önünde oluşudur, gidişidir. Bu “hor” ama büyük davayı taşıyacak meleke sadece özgüvenle değil bir büyük ufukla oluşmuştu. İnsanlar ampülü, buzdolabını, çamaşır makinesini görür ve anlar, ama çoğu santralden habersizdir, onu görmez, göremez. Bunu tabii karşılamak lazımdır. Onun dünyası pür konsantredir; çok az miktarda alınarak sulandırılması halinde bile kaliteli bir içecek ortaya çıkmakta, fevkalade bir alakaya mazhar olmaktadır.
Erbakan Hoca’nın bir talihsizliği de, kalite bakımından çok yetersiz bir malzeme ile büyük bir abide yapma azmi içinde oluşuydu. Siyasete başladığı yıllarda kendisi generaldi, ama ara kadrolar yoktu, en çok onbaşı, çavuş, teğmen vardı. O ara kumanda kademelerini de kendi üstlenmek zorunda kaldı. Yapılacak toplantıda salonun düzeni de, masaya konulacak çiçek de onun tarafından planlanmak zorundaydı. Sadece “ağır sanayi hamlesi”ni değil, ekonomi politikalarını da o planlamak zorundaydı. En teknik hukuk konularını bile anlayıp, formüle edip, önce içlerinde avukatlar da bulunan arkadaşlarına, sonra da millete anlatmak zorundaydı. 90’lardan itibaren bu tablo değişmiştir; ama bu değişikliğin mimarı da oydu.
Büyük bir dava, zor ve ağır şartlar, yol arkadaşlarıyla birlikte yükü taşımak değil de yol arkadaşlarını da adeta ilave bir yük olarak taşımak mecburiyeti bitip tükenmez bir mücadele azmini, büyük bir aşkı, hiçbir şart altında asla rencide olmayan bir moral gücünü gerektirmekteydi. Erbakan Hoca’nın kitabında mağlubiyet asla yoktu; her hamle ancak zaferle sonuçlanabilirdi. Bu anlamda imkânsızı da kabul etmesi mümkün değildi. O adeta “imkan” âleminde yaşamıyordu; zihnindeki dünyanın imkanları içindeydi.
Erbakan Hoca’nın “milli”liğine bugünün ulusalcılarından bir hayli alaka var; anti-emperyalist tutumuna da… Hoca’nın “milli”liğinin, “ulus”ları aşan bir nitelikte oluşu kadar, anti-emperyalistliğinin sathi sloganların ötesinde derinlikli bir perspektife dayandığını anlayanlar azdır. “Siyonizm”i dünya sisteminin izahında merkezi bir parametre olarak ortaya koyan ve çok açık bir şekilde dile getiren ilk siyasetçi odur. 2000’li yıllara kadar “siyonizm” konusu en fazla Erbakan’ın bir “takıntı”sı gibi algılanıyordu. Ama artık hem Türkiye’de hem de bütün dünyada bu mesele anlaşılır bir hale gelmiştir.
Erbakan sadece bir siyasi lider değildi, bir dava adamıydı; siyasi liderliği dava adamlığının gereği olarak gördüğü için yapmaktaydı. Ama her şeyiyle, Türkiye siyaseti için “fazla” geldiği görülmekteydi, kendisi de bunun farkındaydı.
“Hayat iman ve cihaddan ibarettir”. En çok sevdiği sloganın “mücahid Erbakan” olduğunu tahmin edebiliriz. Resmi tören yapılmasını istemeyişi, bir resmi kimlikle değil, bir “mücahid” olarak uğurlanmayı arzu edişindendir.
Yarım asra yaklaşan bir büyük siyasi mücadelenin bütün yükünü taşıyan, sadece bu ülkeyi değil bütün bir ümmeti istiab eden büyük kalb bu dünya için yeter dedi; başka bir âlemde atmaya devam edecek. Ufak tefek, aktüel hesapların çok çok ötesinde, bu ümmet Erbakan’ın kıymetini hissiyatıyla müdriktir; vazifesini bihakkın yapmıştır. Hürmetle, minnetle, daima özlemle anılacaktır. Allah rahmet eylesin.