Yargıdaki krizi kısa vadede aşabilmek için hazırlanan kanun değişikliğinin içeriği anahatlarıyla belli olmuş. Basındaki bilgilere göre, iki temel değişiklik hayata geçirilecek. Birincisi Yargıtay ve Danıştay'da hem daire sayısını hem de dairelerdeki üye sayılarının arttırılmasına yönelik olacak. Böylece daire başına düşen dosya sayısı büyük ölçüde azalmış oluyor.
Yüksek mahkemelerde daire sayısının arttırılmasında anlaşılmayacak bir nokta yok. Dairelerde üye sayısının arttırılmasının nasıl bir fayda hâsıl edeceği düşünülebilir. Hedeflenen, bugün, aslında mevzuata aykırı bir şekilde, yürütülen bir işleyişe hukuki temel kazandırmak. Yargıtay'daki dairelerde görev yapan hakimlerin sayısı bir heyet oluşturacak sayıdan fazla. Bu durumda, dosya sayısının çokluğu dikkate alınarak, bir dairede iki ayrı heyet oluşturulmak suretiyle dosyalar paylaşılmakta ve karara bağlanmaktadır. Çıkan karar o dairenin kararı olduğu halde, karara imza atan hakimler farklı farklıdır.
Böyle bir uygulama doğru mudur? Yargılama sürecinde "süratli karar verme" birinci hedef değildir; adaletli karar verme esastır. Adaletli bir karar için ise yeterli olmamakla beraber zaruri olan, olmazsa olmaz şart yürürlükteki mevzuata uygun hareket etmektir. Mevzuatın çizdiği çerçeveyi zorlayarak, ama süratli bir şekilde verilen karar adil bir karar olmaz. Hukukta süratli karar hasıl edebilmek için bile olsa sınırları zorlamamak lazımdır. Bugünkü uygulama budur; dairelerde çoğu zaman iki ayrı heyet oluşturacak sayıda hakim yoktur. Başka dairelerden temin edilen hakimlerle heyetler oluşturulmaktadır. Dosyaların heyet üyesi hakimler tarafından okunup okunmadığı bilinmemektedir. Şimdi ise bu uygulamaya kanuni bir temel oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Temel soru şudur: Neden daire sayısını yeteri kadar arttırmak yerine, dairelerde üye sayısı arttırılarak dosyalara bakan heyetleri çoğaltma yolu tercih ediliyor? Bunu anladığımı söyleyemem. Bugün Yargıtay'da üye sayısı 250'dir. Rivayete göre üye sayısı 386'ya çıkıyor. Yani üye sayısı yüzde elli arttırılmaktadır. Ancak buna mukabil daire sayısına 6 daire ilave ediliyor. Bu formül yerine, kanaatimce, dairelerin tek heyetten oluşması esası benimsenerek daire sayısının yeterli hale getirilmesi daha uygundur. Mesela, ilave edilecek üye sayısını baz alacak olursak, daire sayısı 6 değil, 20 civarında arttırılmalıdır. Her daire tek heyet halinde çalışmalıdır. Yargıtay ve Danıştay'daki daireleri herhangi bir "devlet dairesi" olarak düşünmemek gerekir. Tek dairede birden fazla heyet olması daire başkanına ve üyelerine iş ve kararlarında bir taraftan "esneklik" verecek, diğer taraftan ise kararlarla ilgili üstlenilmesi gereken sorumluluğun sahibini tayinde zorluk çıkartacaktır. Hukuk esnekliklerden kaçınıldığı ölçüde güvenilir hale gelir.
Yargı krizinin çözümü için düşünülen ikinci adım Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçirilmesi olarak planlanmakta. Bu mahkemeler, aslında 26 Eylül 2004 tarihli ve 5235 sayılı kanunla kurulması öngörülen mahkemelerdir ve en geç 1 Haziran 2007 tarihine kadar kurulmaları gerekiyordu. Nitekim 18 Mayıs 2007 tarihli bir kararla dokuz adet Bölge Adliye Mahkemesi kurulmuştu. Ancak bu mahkemelerin hakim ve bina eksiklikleri sebebiyle göreve başlamamaları kararlaştırılmıştı. Yargıtay ve Danıştay'ın zamanında bu mahkemelere karşı çıktığını da ekleyelim.
Bölge Adliye Mahkemeleri temyiz değil, istinaf mahkemeleridir. Herkesin çokça kullandığı ama anlamını doğru olarak pek bilmediği bu iki kavramı kısaca açıklayalım. Bir yargılama sürecinde hakim iki farklı aşamada faaliyet gösterir. Bunlardan birincisi yargılamaya konu olan olayın (vakıanın) "tespiti" aşamasıdır. Gerçekleşmiş olan olayın, delillerle hakim önünde yeniden inşaı denilebilecek bu aşama tamamen maddi gerçek üzerine kuruludur. Bu aşamadan sonra tespit edilen olaya hukuk kuralının uygulanmasına geçilir. İkinci aşama da budur. Yani ilk aşama olayın tespiti, ikinci aşama hukuk kuralının uygulanması. Bir bütün olarak cereyan eden yargılama sürecini tahlil ettiğimizde, çoğu zaman içiçe geçmiş gibi görünse de, bu iki ayrı aşamayı farkedebiliriz.
Temyiz, bir mahkemenin verdiği karardaki ikinci aşamanın, yani hukuk kuralının olaya uygulanması aşamasının denetlenmesidir. Temyizde olayın mahkeme tarafından tespiti aşamasıyla ilgilenilmez. Temyizin aslı budur. Bu sebeple temyiz, ülke genelinde hukuk kuralının uygulanmasında yeknesaklık sağlama amacını gerçekleştirir.
İstinaf ise bir davanın yeniden görülmesidir. İstinafın ortaya çıktığı sıralarda, başlangıçta, karara bağlanmış bir dava başka bir mahkeme tarafından ikinci kez, yeni baştan görülmekte. İstinafta bir yargılama süreci yenilenmektedir. Bu durumda, hem olayın tespiti aşaması hem de hukuk kuralının uygulanması aşaması istinafta tekrar edilmektedir. Bölge İdare Mahkemeleri istinaf mahkemeleridir, temyiz incelemesi yapamaz.
İstinaf mahkemeleri Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında mevcuttu. Hem Nizamiye Mahkemelerinde hem de Şer'iyye Mahkemelerinde temyiz de istinaf da işlemekteydi. Ancak İslam Hukuku'ndan kaynaklanan sebeplerle, Şer'iyye Mahkemelerinde istinafın bazı farklılıklar gösterdiğini belirtelim. Zaten istinafın Batı'daki gelişimi de Şer'İyye Mahkemelerindeki anlayışa büyük ölçüde yaklaşmıştır. Bir davanın bütünüyle yeniden görülmesi yerine, önce bir gerçeğe ve hukuka uygunluk denetimi yapılması, bir hata mevcutsa davanın yeniden görülmesi noktasına gelinmiştir. Şer'iyye mahkemelerinde zaten baştan beri istinaf buna yakın bir şekilde anlaşılmıştır.
İstinaf mahkemeleri Cumhuriyetin ilk yıllarında kaldırılmıştır. Ancak istinaf kurum olarak kaldırılsa da fonksiyonel olarak varlığını sürdürmüştür. Aslında sadece temyiz mahkemesi olarak çalışması gereken Yargıtay, olay (vak'a) denetimi yapan başka mahkeme olmadığı için adeta istinaf ve temyizi birleştirmek zorunda kalmıştır. İş yükünü arttıran temel sebep de budur. İstinaf mahkemelerinin tekrar benimsenmesi ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ek protokollerinin gereği olarak karşımıza çıkmıştır.
Yargı kriziyle ilgili tartışmalarda hala teşkilat boyutunda bulunduğumuzu unutmayalım; temeldeki kriz hukuk krizidir. Henüz onu tartışmaya başlayamadık.
Hasılı Türkiye'nin sorunu, her alanda olduğu gibi, tarihi birikimini ve geleneklerini deforme etmekten kaynaklanmaktadır. Devlet teşkilatının birçok bölümünde olduğu gibi mahkeme teşkilatı da oyuncağa çevrilmiştir. Devlet hayatında teşkilat ve müesseselerin kurulması, yerleşmesi, doğru işlemesi zamana ve geleneğe bağlıdır. Türkiye bindiği dalı kesen kişi gibi olmuştur; dalı kesince düşeceğinin farkında bile değildir. Zira kesilen dalın neyi taşıdığı idrak edilememiştir. Oturup herşeyi yeniden, aklıselimle düşünme zamanı çoktan gelmiştir.