Amerikan başkanı verdiği barış mesajının bir kanıtı olarak son muharip askerini de Irak’tan çektiğini açıkladı. Irak Başbakanı Maliki de tüm Iraklıların ve dünyanın gözünün içine bakarak, “artık tam bağımsız “bir ülke olduklarını ilan etti. Oysa herkes biliyor ki; Irak’ta fiili işgal devam ediyor, Amerikan askerleri sadece devasa üslerine çekilmiş durumdalar. Ve yine herkes biliyor ki; Amerika’nın varlığı anayasal düzenlemeyle garantiye alınarak (Kosova örneğinde olduğu gibi) Irak bir tür sömürgeleştirilmiştir.  Obama’nın asker çekme vaadi de yeni değil, Bush döneminde planlanmış bir gelişmeydi; sokakta devriye gezen Amerikan askerlerinin hedef olmasını önlemekten başka askeri karşılığı yok bu çekilmenin.

Asıl konuşulması gereken mevzu; bunca akıtılan kandan, çekilen acıdan geriye ne kaldığı. Amerika bu savaşı niçin başlattı? Hatırlayan var mı?

Birinci körfez savaşından bu yana ambargonun etkisiyle milyonlara varan can kaybı bir yana sadece bu savaşta ölen sivillerin gerçek sayısı belki de hiç bilinmeyecek. Hayatta kalanların ise yaşadıkları acı, işkenceler, yağmalanan ülke, etnik ve mezhebi gruplar arasına yüzlerce yılın tecrübesiyle kurulan ilişkinin arasına giren kan davası…Uzun vadede mezhep ve etnik savaşlara yabancı bir kültürün yoğurduğu bu coğrafyada farklılıklar arasına giren kan davasının sonuçları nasıl giderilecek? En kalıcı travma da bu olacak belki de. Ve bu travma tüm bölgeyi ister istemez etkileyecek.

Bu durum karşısında savaşın sorumlularından biri olarak Britanya başbakanı Tony Blair bile gözyaşı dökmek zorunda kaldı. Savaş kararını alanlardan biri olarak kendisi yaşamasına rağmen binlerce insanın ölmüş olmasına üzüldüğünü söylemek ihtiyacını hissetmiş. Dün yayınladığı bildiride,  “savaşın bu denli bir kâbusa dönüşeceğini öngöremediği” şeklinde bir savunma yapmış.

Oysa bunca insanın ölümüne neden olan Blair’den daha iyimser olanlar varmış. Daha doğrusu Blair kadar vicdan azabı duymayanlar da varmış. Vicdan azabı ne kelime, savaşın Irak için ne bulunmaz tarihi fırsatlar bahşettiğinden dem vurarak bu kadar ucuz atlattıkları için şükretmeleri gerektiğini yazabilen dışpolitika daha doğrusu hertürpolitika yazarlarımızı görünce insanlık çizgisinin geldiği seviyeyi sorguluyorsunuz.

Irak işgali başlamadan önce savaş kışkırtıcılığı yapanların, yaşanan bunca kanlı tecrübeden sonra en azından bundan dolayı utanacaklarını umuyordum. Neocon’larla birlikte savaş tamtamları atarak, Türkiye’nin bu cinayetlere suç ortağı olması için zemin hazırlamak isteyen kalemşorların epeydir sesi kısılmıştı.

Ne var ki, C. Çandar’ın her türlü insaf ve vicdan sınırlarını zorlayan dünkü yazısı son derece ibretlik. Sanki “kükreyen fare” filminden çıkıp, seyrettiklerinin etkisiyle kaleme aldığı duygularını stratejik analiz olarak sunmaya çalışan bir yazar var.

Aslında Türk medyasında hiç de azımsanmayacak sayıda kalemşorun işgali desteklemek adına can siperane yazılar yazdıkları hafızamızda canlılığını koruyor. Özellikle savaştan önce en iyimser yorumla, Amerikan vaatleriyle ‘aklı kamaşmış yazarlar’dan en azından bir kısmı tezlerinin boşa çıktığını görüp seslerini kesmiş yada hiç belli etmeden eleştirmeye başlayanlar bile olmuştu.

Ne var ki bunca zaman geçtikten, bizi insanlığımızdan utandıran işkence görüntüleri sergilenip her gün meydanlarda bedenler parçalandıktan sonra bir ülkede herkesin birbirine düşman olmasının sorumlusunun, bir işgali hala savunabilmesi için pişkinlikten öte bir meziyetinin olması lazım.

Iraklılara; bu kadar can kaybı vermenize aldırmayın, çekilen acılara fazla takmayın deniyor özetle. Her türlü vicdani duyarlılık bir kenara bırakılarak Güney Kore örneği verilerek adeta cennet vaat ediliyor. “İşgal sırasında ölenlerin lafı mı olur” dercesine, Kore savaşında Irak’tan kat kat fazla insan öldüğü, daha büyük yıkımlar yaşandığı, sonuçta Amerika’nın orayı kalkındırdığı savunuluyor.

Ey Iraklılar, ölenlere, sakat kalanlara, tarumar edilen evlere bakıp karamsar olmaya gerek yok; biraz daha sabredin, sizin ülkenize de nasıl olsa Amerikan eli (postalı) değdiğine göre kalkınmanız yakın. Değil mi ki Amerikan postalı bir ülkeye girdi mi, Güney Kore, Japonya örneğinde olduğu gibi orayı ihya ediyor:  Artık Amerikan askerleri de çekildiğine göre kalkınma hamlesi başlayacak demektir. Tüm bunlar olsa olsa “Kükreyen Fare” filminden bir özet olabilirdi.

Ne yazık ki Türkiye’de stratejik analiz adına yazılıp çizilebiliyor. Eğer bugün Irak’taki internet kullanım sayısı artmışsa, cep telefonu sayısında artış olmuşsa tüm bunlar işgalin yüzü suyu hürmetine gerçekleşti.

Hatta petrol üretiminin 2003 seviyesine geldiğini bile bir kazanım olarak gösterilebiliyor. Bu arada Türkiye’ye de rüşvet kabilinden, Osmanlıdan bu yana bölgeye dönme imkanı elde ettiği hatırlatılıyor.

Peki, petrolde aslan payını hangi Amerikan şirketleri alıyor, verilen ayrıcalıklar nedir, Iraklılara petrol gelirinden ne kalıyor? . İnternet kullanıcı sayısının 4500’den 1 milyon 700 bin olması için 1 milyon 700 bin insanın can vermesi mi gerekiyor? Brooking adlı Amerikan kuruluşunun yayınladığı “internet ve cep telefon kullanıcısı rakamları” kadar bölgeye soğuk ve yabancı ruh halinden bu kadar duyarlılık sergilenebilir. Liberalizm kutsaması ilerlemeci tarih yorumuyla buluşunca vicdanlar iptal ediliyor demek ki.

Siyasal anlamda tam parçalanmışlığın, vatandaşlarının arasına kan girmesinin, yüz binlercesinin can vermesinin, sayısını kimsenin bilmediği masum insanların, kızların işkence vahşetinden geçirilmesinin bedelini cep telefonu sayısıyla ölçen bir anlayışın bu coğrafyayla zihinsel ve vicdani ilişkisi kalmamış demektir. Yüz binlerce sivil ölmüş, ülke askeri vesayet altına alınmış, bu medeniyetin çocuklarının arasına kan davası girmiş ne önemi var?