Yargı sisteminin iflasına dair yazdığım makale bir hayli zamandır duruyor "sütun"da; yaşanan olaylar ise bu yazı konusunu dizi olarak sürdürmeyi lüzumsuz hale getirdi. İçi çürümüş olduğu halde, ayakta oluşuyla hayatiyet görüntüsü veren bir ağaç gibi, sistemin birden yıkılıverdiğini gördük.
Millet vicdanını ağır derecede rahatsız eden bazı suçları işlemekle itham edilen ve tutuklu olarak yargılanan bazı kişilerin kanun hükmündeki değişikliğin yürürlüğe girmesiyle salıverilmesi büyük bir gerçeği ortaya çıkarttı: Türkiye'deki yargı sistemi, çok "laik" ve "cumhuriyetin temel değerlerine çok bağlı" ama birçok suçlunun on yıllık süre içinde bile yargılanıp mahkûm edilmesini sağlamakta acz içerisinde. Asıl görevinde temel işleri yapmakta ihmalkar, ama bunun dışında her konuda "başarılı".
Yargıtay Başkanı'nın açıklamları bazı önemli gerçekleri ortaya koydu; ama sebepler hakkında bir değerlendirme içermiyor. Dosya sayısı çok artmış; daire başına şu kadar dosya düşüyormuş. Peki neden böyle olmuş, bunun cevabı yok. Bir daire başkanının açıklaması, geçtiğimiz yıl içinde, dairelerine gelen dosyadan biraz fazlasının karara bağlanıp gönderildiğini göstermekteydi. Güzel, ancak her yıl böyle olmuş olsaydı, elinizde bu kadar dosya birikmiş olmazdı. Karşımızdaki sorun, artık yargıç değil de "yargı bürokratı" konumunda bulunan aktörlerlerin çözemeyeceği kadar büyük.
Dosyalar Yargıtay'da değil de, daha çok yerel mahkemelerde bekliyor, iddiası da Başkana ait. Böylece kendilerini temize çıkartmak istiyor. Seçme bazı dosyalar örnek gösterilirse haklı, ama geniş çaplı bir inceleme bu iddiayı tekzip eder. Aslında bunun pek önemi de yok; sorun sistemden kaynaklanmaktadır.
12 Eylül 2010 referandumundan önce, hâkimleri atayan, üst mahkemlere üye seçen HSYK, tamamen Yargıtay ve Danıştay'ın kontrolünde idi; aralarında organik bir bağ vardı. HSYK, üst mahkemelere hangi nitelikte olanları seçerdi? Aradığı kriterler nelerdi? Görevini hakkıyla yapmaya çalışan hâkimleri tenzih ederim. Ancak medyaya düşen ses kayıtlarından, Yargıtay ve Danıştay üyelikleri için hangi referansların işlediği, ne tür pazarlıkların döndüğü tahmin edilebilir. Dava dosyalarına hâkim, çalışkan, gördüğü işi bir hak – hukuk sorumluluğu içinde algılayan işinde gücünde hâkimlerin HSYK tarafından seçilmesi pek nadirdir. Zira bu hâkimlerin üst mahkemelere atanmak için kulis yapmaya, referans bulmaya, HSYK üyelerinin peşinde dolaşmaya vakti olmaz. Dosya okumakla, hazırlamakla işi olmayan, HSYK üyelerinin peşinde dolaşan, Yargıtay üyelerinin gözüne girmeye çalışan meslek mensupları ise şanslıdır; kısa zamanda üst mahkemelere tayin edilirler. Kısa bir süre önce adını duyuran, yakın zamanda da kendi talebiyle yeriş değiştirilen hâkimlerden biri, nasıl kilit bir göreve gelmiştir, bilen var mı? Büyük bir ilde atanmış olduğu savcılık görevinde tek bir dosya okuyup sonuçlandırmış mıydı? Vaktinin çoğunu görev yerinde mi yoksa HSYK üyelerinin peşinde mi geçirmiştir? Alışılmış usullere aykırı olarak, çok kısa bir sürede kritik bir göreve nasıl getirilmiştir? Yerel mahkemelerdeki görevlerinde dosya okumayıp HSYK'yı ayarlama peşinde koşacak vakti olanlar üst mahkemelere tayin edilince, gittikleri yerde niçin dosya okusunlar?
Hâkimlerin kararlarını denetleyen Yargıtay, aynı zamanda her dosya ile iligli bir puanlama da yapar. Hâkim sicillerinde ve terfilerinde bu puanlamalar çok önemlidir. Bu küçük nokta çok kimse tarafından bilinmez. Halbuki Türkiye'de yargı sisteminin iflasında bu nokta çok büyük bir fonksiyon görmektedir. Hâkimler, hukuka ve vicdanlarına göre değil, Yargıtay'ın istediği istikamette karar vermek zorundadırlar; aksi halde not alamazlar. Bu basit işlem, Yargıtay hegomonyası altında bir hâkim tipi meydana getirmiştir. Yargıtay'a bakarak hiza almak uygulamada zorunlu gibi gözükmektedir. Yargıtay'ın tek kusuru önüne gelen davaların sürüncemede kalmasına yol açmak değildir; kriterleriyle, tutumuyla, notlandırma sistemiyle Türkiye'deki yargı sisteminin genetiğini bozan bizzat Yargıtay'dır.
Yargıtay Başkanı, davaların daha çabuk sonuçlandırılması için daire sayısının arttırılması fikrine karşı çıktıklarını söyleyebiliyor hâlâ. Buna gerek yokmuş, daha çok çalışırlar, istinaf mahkemeleri de kurulursa, dört senede bitecek dosyaları üçbuçuk senede sonuçlandırabilirlermiş... Asıl mesele, Yargıtay'daki statüko'nun bozulmasının önüne geçmek. Oy hesapları, tarafların gücü, sayısı çok önemli... Adalet üretmek tâli bir konu; teferruat... Hâlâ...
Hukuk uygulamasını bir açıdan, yemek yapmaya benzetirim. Yemekte malzeme de önemlidir, aşçı da. Ama kötü bir aşçı, malzeme ne kadar iyi olursa olsun, iyi yemek yapamaz. İyi bir aşçı ise, kötü malzemeden bile iyi bir yemek yapabilir. Mevzuat ve şartların düzeltilmesi elbette gereklidir; ancak hukuk uygulayıcıları düzelmedikçe yargı sistemi adalet üretmeyecektir.