Başörtüsü tartışmaları başlangıcından beri kompleksler ve yanlış varsayımlar üzerinden yürütülmektedir. Bunun yeni bir örneğini Sayın Hayrunnisa Gül’ün basına yansıyan açıklamalarında görmekteyiz. Eşi Cumhurbaşkanı’nın da destekleyen açıklamalarıyla katılması üzerine konuya dair birkaç söz söylemek zaruri hale gelmiştir.

Gazetecilerin bir açık yakalama amacıyla yönelttiği soruların etkisini de hesaba katmakla birlikte, Hayrunnisa Hanım’ın açıklamalarının aşırı ihtiyatın ve karşımızdakilere ikna edici olma gayretinin insanı ne kadar kolay farklı bir yere savurduğunu göstermesi bakımından da önemli olduğunu düşünüyorum.

İlköğretimde başörtüsünün olmaması gerektiğini düşünen, kendisi başörtülü birçok insan var. Bunda başörtüsü ile ilgili kanaatlerin değişmesinin de büyük bir payı var. Kendisi başörtülü birçok insan arasında, kızlarının da başörtülü olmasını doğru bulanların oranı nedir? Başörtülü olmaları sebebiyle hayatlarında birçok mahrumiyet yaşayanların iç dünyalarında, üstü örtülü bir şekilde “başörtüsü”nü de “suçlayan” bir yaklaşımın bulunduğunu düşünüyorum. Konunun bu boyutunun ciddi bir tahlile ihtiyacı var. Şimdilik konumuz bu değil.

Başörtüsünün ilköğretimde olup olmayacağı tartışmalarında, yabancısı olmadığımız bir yaklaşım var. Aslında özgürlüklerle ilgili her tartışmada karşılaştığımız bir yaklaşım bu. İnsanlar başkalarının özgürlükleriyle ilgili çok rahat ve bir haklılık varsayımıyla konuşuyorlar. Bir insanın üniversitede kendi kıyafetinin değil, başkasının kıyafetinin yasaklığı üzerinde konuştuğunun farkında olamayacak derecede hak sahipliği anlayışı içinde bulunması şaşırtıcıdır. İlköğretimdeki kendi kızının başörtüsüyle ilgili değil, başkasının kızının başörtüsü ile ilgili olarak konuşmak da öyle. İlköğretimde başörtüsü isteyenler, başkalarının kızlarının başını örtmek istemiyorlar; kendi kızları için bunu istiyorlar.

Başka bir yanlış varsayım, başı açıklığın “normal”, başı örtmenin “normal-dışı” olduğu varsayımıdır. İnsanların, üzerinde düşünerek değil,  kendilerine ve etraflarına bakarak vardıkları bir sonuç bu. Bu kabule göre hareket edince, kız çocukları için normal olanın başı açıklık olduğu, kendi kararlarını verebilecek yaşa gelinceye kadar bu halin devam etmesi gerektiği, yine kamusal alanda normal olanın başı açıklık olduğu, bunun kamu adına hareket edenlerin “tarafsızlık” içinde olmaları anlamına geleceği kolayca benimsenebilmektedir. Başı açıklık neden “normal” olsun? Başı örtmek nasıl bir seçim ise, başı açıklık da aynen öyle bir seçimdir. Seçme özgürlüğü bakımından ikisi arasında hiçbir fark yoktur.

Mükellefiyet yaşına gelince, kendi seçimiyle başını örtme meselesine gelince ise birçok konuyla karşılaşıyoruz. Bu yaş hangi yaştır? Medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olunan yaş mıdır bu? Açıkça telaffuz edilmese de bazen bunun kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu “ehliyet”in dini sorumluluğun başlangıcı olan “ehliyet”le bir alakası yoktur.

12 – 13 yaşında bâliğa olan bir kızın “kendi seçimi” de tartışma konusu yapılmaz mı? Öbür taraftan, “kendi tercihini yapabilecek yaşa” gelene kadar, etrafında hiç başı örtülü kadın görmeyen, dinin ve dini değerlerin önemsenmediği bir çevrede yetişen kişinin ne derecede bağımsız bir seçim yapabileceğini de sormak gerekir. Bütün tercihlerimiz bağımlı tercihlerdir; bir şeylerden bağımsız ama bir şeylere bağımlı… Herşeyden bağımsız tercih yoktur.

“Kendi kararını verebilecek yaşa” kadar başını örtme tecrübesi yaşamayan biri için başörtüsü ne kadar sahici, güçlü bir seçenek olabilir?

Tartışma ile çok yakından alakalı bir örnek vermek istiyorum. Bugün bazı müniversitelerde başörtüsü fiilen serbesttir. Buralarda başörtülü öğrencileri gözleyin; üniversitede ilk senesi olan öğrencilerle eski öğrenciler kolayca farkedilir şekilde birbirinden ayrılmaktadır. Önceki yıllarda kampuslere girerken başlarını açan öğrenciler, şimdi başörtülü bir şekilde dolaşırken belirgin bir tedirginlik içinde hareket ediyorlar. Ama üniversiteye başörtülü başlayan öğrencilerde çok açık bir şekilde tabii bir duruş görülmekte; onlar ne kendilerini, ne bulundukları yeri garipsemekteler.

Bağımsız sandığımız kararlarımızın çoğu farkında olarak veya olmayarak öğrendiklerimiz ya da alıştıklarımızla alakalıdır. Başı örtülü olmak da, başı açık olmak da büyük ölçüde böyledir.

Başörtüsüne üniversitede serbestlik sağlamak için kamu’da ve ilköğretimde “fedakârlık” yapmak doğru değildir. Kimse başkalarının çocukları hakkında karar verme mevkiinde de değildir. Kızını başı açık okula göndermek isteyen ne kadar hak sahibiyse başı örtülü olarak göndermek isteyen de o kadar hak sahibidir.
“Cehalet” bütün bunlardan habersiz olmakla alakalıdır.