Bugün Gazetesi'nde yayımlanan, bir kolordu komutanlığında bazı belgelerin imhasına dair haber birçok noktadan önem taşımakta. Aslında haberde yer alan belgelerdeki bilgiler kimseye yabancı gelmeyecektir. Ancak bunların resmi askeri yazışmalarda yer alıyor olması bir başka önem taşımaktadır.

Balyoz davası ilk açıldığında sanıklarla ilgili tutuklama kararı verilmişti. 2010 Yüksek Askeri Şurası öncesinde verilen bu kararın yerine getirilmesi göz göre göre engellenmişti. Hatırlanacağı üzere, son olarak hakkında tutuklama kararı verilen muvazzaf sanıklardan biri İçişleri Bakanı ile beraber bir programa katılmıştı. Elbette bir bakanın hakkında yakalama kararı bulunan birini bizzat yakalaması düşünülemez, ama bu konuda farklı bir tutum benimseyebilirdi; mesela, o kişiyle aynı karede yer almazdı en azından.

Mesele bundan da ibaret değildir. Daha sonra Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararıyla ciddi bir sorun haline gelen Balyoz sanıklarından üçünün terfisinde İçişleri Bakanı ile Milli Savunma Bakanı'nın hatalı olduğunu belirtmek gerekir. Eğer bu iki bakan, yetkileirni kullanarak, haklarında yakalama kararı çıkartılmış ama karara uymayan bu generalleri açığa almış olsalardı YAŞ'ta terfi olmayacak, AYİM de karar veremeyecekti. Jandarma'da görev yapan subaylar bakımından yetkili olan İçişleri Bakanı, diğer subaylar içinse Milli Savunma Bakanı'dır.

Milli Savunma Bakanı'nın benzer tutumları devam ediyor. Genel Kurmay Adli Müşaviri hakkında delilleri yok etmek iddiasıyla soruşturma başlatmak için istenen izni, Bakan yine vermedi. Burada Bakan'ın bu konuda kasıtlı hareket ettiğini iddia edemeyiz; Milli Savunma Bakanlığı'ndaki kadroların hemen hemen tamamı muvazzaf subaylardan oluşmakta, her türlü Bakan kararının alt yapısı bu muvazzaf subaylarca hazırlanmaktadır. Bakanlıkta çalışan muvazzaf subayların üstlerini korumak için çalışacakları tabiidir. Burada sorunlu olan taraf, bütün dünyanın takip ettiği bir soruşturma ile ilgili hassasiyetlerin yeterli derecede devreye sokulmaması, konunun rutin Bakanlık işlemleri gibi bürokrasinin insiyatifine bırakılmasıdır. Darbecilerle mücadele sadece savcılara ve hâkimlere bırakılırsa, mücadeleden siyaset kurumu güçlenerek çıkmaz.

Bugün Gazetesi'ndeki haber, haklarında yakalama kararı çıkartılan ama bir türlü yakalanamayan, daha sonra da kararı verecek mahkemenin "dizayn" edilmesi ile haklarındaki yakalama kararı kaldırılan generallerin davadaki delilleri yok ettiğini göstermektedir. "Niye bu kadar tutuklama kararı veriliyor? Adamlar kaçacak mı? Hepsi görevinin başında..." diyerek tutuklamalara karşı çıkanlar, en önemli konunun delilerin yok edilmesi olduğunun farkında değiller. Gerçi sivil savcılar hala askeri mahallere karar verdikleri zaman giremiyorlar; darbe belgelerinin imha edilmesi her zaman için sözkonusu. Savcılara mahkeme kararıyla bütün askeri mahallere girme yetkisi verilmesi gerekir.

Gazetedeki haber çerçevesinde asıl üzerinde durmak istediğim konu Milli Güvenlik Bilgisi Dersi hocalarıyla alakalı. Bu dersler 12 Eylül darbesinin mahsulüdür. Yapılması gereken, bu darbe ideolojisinin doktrinasyon dersi olarak konulan bu derslerin derhal kaldırılmasıdır. Çok geç kalınmıştır. Bu derslerin içeriği zaten Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Ek 1 numaralı protokolünün "eğitim hakkı" ile ilgili 2. Maddesine aykırıdır. Bu madde hükmüne göre, doktrinasyon içeren dersler Sözleşme'ye aykırıdır. Anayasanın 90. Maddesine göre ise, İnsan haklarına dair uluslararası sözleşmeler kanunlarla çatıştığında, kanun uygulanmaz, sözleşme uygulanır. Milli Güvenlik Bilgisi Dersi, teknik olarak "illegal" derslere dönüşmüş bulunmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu dersleri derhal müfredattan çıkartması gerekir.

Milli Güvenlik bilgisi Dersleri, sadece bir ders olarak da görülmemektedir. Bu dersler muvazzaf subaylar tarafından verilmektedir. Muvazzaf subaylar, sadece ders vermekle uğraşmamakta, kendilerini bir nevi "sömürge valisi" edasıyla, okulları teftişe yetklili görmektedir. Okulların temizliğinden tefrişatına, öğretmenlerin kılık kıyafetlerinden fikir ve eğilimlerine, öğrencilerin kılık kıyafetine kadar her konuda rapor hazırlayıp fişleme yapmaktadır. Bu konu liselerde müdürler ve öğretmenler tarafından zaten bilinmekteydi.

Bugün Gazetesi'nin haberi, bu fişleme işinin organize bir iş olduğunu, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde işgüzar genraller tarafından "resmi" yazışmalarla tertiplendiğini göstermektedir. Okullara müdrü atanması konusunda bile bir çalışma organize ediyor kolordu komutanlığı. Darbe nasıl olur? Tanklarla sokaklarda yürümekle mi... Sivil kurumların generallerin talimatıyla denetlendiği ülkelerde darbe zaten sürüyor demektir, tankları görmeye gerek yok. Bu türden denetimlerin sadece okullara mahsus olduğunu da zannetmeyin; bütün sivil kurumların benzer şekillerde asker tarafından denetlendiğinden emin olun.

Milli Eğitim Bakanı, yakın zamanda, Milli Güvenlik Bilgisi Dersi'ne askerlerin girmesine son vereceğini, derslerin siviller tarafından verileceğini ifade etmişti. Bu beyanatı unutmayalım, unutturmayalım. Gerçi bu dersin tamamen kaldırılması gerekir; illegal hale gelmiştir. Ama en azından, acil olarak, birer "sömürge valisi" edasıyla teftiş eden muvazzafların okullardan uzaklaştırılması gerekir. Önce bu. Seçimlerden önce de Milli Güvenlik Bilgisi Dersleri kaldırılmalıdır.