Birleşmiş Milletler’in (BM) Libya’ya müdahaleye izin veren kararı yeni bir dönemin başlangıcı gibi görünmektedir. BM daha önce de bazı ülkelere müdahaleye imakan veren kararlar almıştı. Irak ve Bosna kararları birer örnek olarak gösterilmektedir. Ama önceki kararların hepsinde bir “uluslararası sorun” varsayılıyordu. Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan süreç BM müdahalesine zemin teşkil ediyordu. Kararın yanlışlığı doğruluğu ayrıca tartışılabilir; ama BM anlaşması çerçevesinde mümkün olan bir yorumla karşı karşıya idik. Bosna meselesinde de bir başka devletin, Sırbistan’ın dahli bulunmaktaydı. Ortada bir uluslararası sorun mevcuttu. Uluslararası barışı tehdit ettiği idda edilen önceki bütün olaylarda bir uluslararası boyut bulunmakta idi. Libya müdahalesinde ise zorlama yorumlarla ortaya konacak derecede bile bir uluslararası boyut bulunmamaktadır; müdahale gerekçesi olarak gösterilen sebeplerin tamamı bir devletin içişlerini alakadar eden hususlardır. Bahreyn’e Suudi Arabistan tarafından gerçekleştirilen müdahale de benzer mahiyettedir. Devletler arasında güvenlik konusundaki işbirliği anlaşmaları, üçüncü bir devletin müdahalesi ihtimalini esas almaktadır.
Ortaya çıkan yeni durum, bir ülkedeki iç karışıklık ve isyan hallerinde, BM aracılığıyla başka devletlerin müdahalesinin mümkün olduğu fikrini ortaya koymaktadır. BM şemsiyesi ile bir ülkedeki yönetim uluslarası sistemin işine geliyorsa hükümetin yanında yer alarak (Bahreyn’de olduğu gibi), eğer ülke yönetimi uluslararası sistemle problemli ise muhaliflerin yanında yer alarak (Libya’da olduğu gibi) devletlerin içişlerine müdahale yolu açılmış olmaktadır. Bundan sonra, bir ülkedeki hükümet, uluslararası sistem tarafından uygun bulunmuyorsa, Fransız uçaklarının bombardımanı ile karşılaşabilir. İç karışıklık dediğiniz nedir ki, iki gün içinde tegahlanabilir. İnsan haklarının ihlali gerekçesi de çok anlamlı değildir. Hangi uygulamaların insan haklarını ihlal anlamına geldiğine kim karar verecek?
Bir ülkenin içişlerine, hangi sebeple olursa olsun, başka devletler tarafından müdahale edilmesine prensip olarak karşı çıkmak gerekir. Hele belli devletlerin kontrolünde bulunan BM kararlarının bu tür müdahalelere hukuki zemin olamayacağı açıkça konuşulmalıdır. Fransa BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesidir; bütün devletler bir araya gelse ve bir karar alsa, Fransa bu kararı uygun bulmadığı takdirde karar hiçbir kıymet ifade etmez. BM çerçevesindeki sisteme göre, dünyanın “beyni” 5 devlettir.
Libya’da cereyan eden olayların, Kaddafi’nin uygulamalarının tasvip edilmesi elbette mümkün değildir. Kaddafi gibi bir olumsuz aktörü süistimal ederek de olsa, bir ülke içindeki olaylar sebebiyle dış müdahale meşru kabul edilirse, devletlerin egemenlik yetkileri sınırları belirli olmayan bir hukuki ortamda tartışılır hale geleektir. XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti’nin maruz kaldığı müdahalelerin benzerleri, bugün, BM şemsiyesi altında birçok devlete karşı uygulanabilecektir. Kaddafi karşıtlığı veya Libya’da yaşananlar bile böyle bir uluslararası ortamın oluşumunu mazur göstermemelidir.
Libya’ya Fransa’nın müdahalesinden sonra ortaya çıkan tablo ise “de facto” bir durum olarak ayrıca değerlendirilmelidir. Müdahalenin kontrolünü ve en kısa zamanda sona erdirilmesini sağlayacak adımlar atılırken, özellikle, sembolik olarak, Sarkozy’nin uluslararası alanda yargılanmasını sağlayacak bir süreci başlatmak da düşünülmelidir. Kanaatimce müdahaleyle ortaya çıkan durumun kontrolünü sağlama yönünde Türkiye’nin almış olduğu insiyatif doğrudur. Ancak bunun yapılan müdahaleyi katılmak suretiyle meşrulaştıran bir sonuca dönüşmesini engellemek gerekir. Bu da devletlerin egemenlik haklarına her ne surette olursa olsun müdahleyi meşru kabul etmeyen bir anlayışı yüksek sesle dile getirmek ve bu müdahale ile ilgili bir uluslararası soruşturma başlatılmasına öncülük etmekle mümkün olabilir.