İstibdadın/despotizmin dini veya laik veçheleri ve şekilleri olabilir. Bin Ali’nin sığındığı Suudi Arabistan ile temsil ettiği Tunus rejimi arasında ne gibi benzerlikler ve farklar var? Her ikisi de siyasi istibdadı ve liberal ekonomiyi temsil ediyorlar. Bu nedenle Batı tarafından makbul addedilen rejimlerdir. Batı’nın siyasi liberalizmden önce ekonomik liberalizmi yeğlediği bilinen bir gerçektir. Bu anlamda Çin komunizmiyle aynı kareye düşmektedir. Bunun dışında Kral Abdullah ile Bin Ali’nin rejimlerini ‘dini iddialı ve laik istibdat rejimleri’ diye ayırabiliriz. Galiba buna işaretle Tunus halkı göksel ve yersel istibdat ve despotizmin her türlüsüne karşı olduklarını ilan ediyorlar. Habib Burgiba Caddesinde Bin Ali rejimini protesto gösterilerine katılan 22 yaşındaki üniversite öğrencisi Amine şöyle demektedir: “İster göksel isterse yersel iddialarla ortaya çıksın biz diktatörlük şemsiyesi altında yaşamak istemiyoruz (We don't want to live in a new dictatorship whether it claims to have heavenly or earthly credibility," says Amene, 22, a university student who has been protesting in Tunis's main Avenue Habib Bourguiba every day for weeks.).”Burada bir öğrenci anonim surette ister laik isterse dini karakterli olsun kesinlikle istibdada karşı olduklarını beyan etmektedirler. Geçekten de, söz gelimi yersel yani laik iddialarla yola çıkan kimileri insanların hem dini vecibesi hem de şahsi özgürlük alanı olan başörtüsüne ilişmekte ve yasaklayabilmektedir. Evet, despotizm reşit olmayan toplumların rejimidir. Lakin demokrasiler de reşit olmayan toplumların yönlendirmesi altında olursa yozlaşacağı ve istibdada yol açacağı bir gerçektir.  Dolayısıyla, halkın reşit olması oranında istibdat rejimleri kırılgandır. Keza toplumların cehaleti oranında demokrasiler de kırılgandır. Bu nedenle demokratik idareler eğitim ve terbiye ister.

*
Dini karakterli istibdat rejimleri olabilir mi? Elbette olabilir. Emevilerden itibaren mahiyeti tartışılır olmakla birlikte bazı 'İslami rejimler' istibdada yönelmişlerdir. Meşhur bir hadisedir, sahabeler de bu tarz rejime Heraklizm demişlerdir. Bu bağlamda, bir zamanlar Türkiye’de ‘Abkariyat/dahiler’ serisiyle meşhur olan Mahmut Abbas el Akkad, 10 yılını Nasır rejimi altında geçirir. Lakin bu rejime pek ses çıkarmaz. Bazıları Nasirizm karşısındaki duruşunu ve tepkisini ölçmek ister ve sorar :”Hazret, Nasırcılık hakkında ne buyurursun?  Hazır cevap olan Akkad şöyle cevap verir :” Suskunluğum (rüşvet olarak) yetmez mi? Ben diktatörlüğün her türlüsüne karşıyım. Bu, peygamberler diktatörlüğü olsa dahi böyledir!"  Bu laf esasında Mahmut Abbas el  Akkad’ın sürc-ü lisani veya şatahatı olmalıdır. Veya büyüklerin küçük sözleri!  Zira, Peygamberler müstebit olmazlar. Celal sıfatıyla muttasıf olan Hazreti Musa, Kur’an diliyle ancak kendisine ve kardeşi Harun’a söz geçirebildiğini ve onun dışında kimseye otoritesinin yetmediğini ifade etmektedir. Halbuki yine Kur’an aksine Firavun’un kavmini hafife aldığını lakin buna rağmen kavminin kendisine itaat ettiğini haber vermektedir. Demek ki, iki zıt portre.  Demek ki, Musa Aleyhisselam’ın durumu ile Firavun’un durumu tam zıt istikamette ve karakterdedir. Yani göksek bir istibdattan bahsetmek mümkün değildir. Lakin gök adına bazılarının böyle bir istibdat düzeni kurmaları veya kurmak istemeleri mümkün ve gerçektir.

*
Yine de Akkad’ın sözleri bize aynı vadide sarf edilmiş diğer şatahat sözlerini hatırlatmaktadır. Hocalardan birisi ‘Cebrail gelse ve parti kursa yine de ona girmeyeceğimi söylerdim’ demiş idi. Suriye Müftüsü Ahmet Bedreddin Hassun da benzeri bir biçimde Hazreti peygamberin kendisine Musevileri ve Hıristiyanları tanımamasını istemesi halinde kendisini tanımayacağını ve emrine itaat etmeyeceğini söyleyebilmiştir. Bu baştan hatalı bir önermedir ve sonucu da yanlıştır. Ancak, doğru soru doğru cevaba ulaştırır.

Bunlar elbette maksadı aşan ve şatahat/şathiyatı akla getiren ifadelerdir. Lakin Tunus halkının istismar ile gök veya yer adına da olsa her türlü istibdada karşı olduğu yönündeki sözlerine katılmamak mümkün değil. Bin Ali, Burgiba’nın kurduğu kendisinin büyüttüğü yer adına kurulu istibdat rejimini geride bırakarak ve kaçarak gök adına kurulu benzeri bir istibdat rejiminin himayesine sığınmıştır. Bu ibretamiz bir gelişmedir. Lakin Tunus rejiminin devrilmesinden çıkarılacak birinci ders şudur: Laik kesimler şapkayı önlerine alıp bir muhasebe yapacaklar. Tunus rejimine övgüler düzen Ahmet Taner Kışlalı yaşasaydı Bin Ali’nin düştüğü durumdan ders çıkartabilir miydi? Kendisiyle hesaplaşır mıydı? Yoksa hesaplaşır gibi mi yapardı? Lakin hakkaniyet onun gibilerin kendileriyle hesaplaşmalarını zorunlu kılıyor. Biraz göksel istibdat iddialarından başlarını kaldırıp sebebi oldukları yersel istibdat çeşitlerine odaklansalar ve kafa yorsalar daha isabetli olur. Halaskarlar adına kurulan rejimlerin ilki Tunus’ta çöktü. Darısı diğerlerinin başına olsun!