Üç hafta içerisinde çalışmalarını bitirmesi beklenen ulusal diyalog sempozyumunun oturum aralarında, birkaç gün önce Yemen hükümeti hem güney Yemen halkına hem de kuzey bölgelerindeki halka resmi bir özür beyanında bulunduğu geçiyordu. Bu özür tamamen ulusal barış alanında bir sonuca ulaşma amacıyla yöneltilmişti. Aynı zamanda hükümetin, şu an Sana'da düzenlenen toplantıdan yeni bir aşamanın oluşması için verilmesi belenen bir karara karşı arzusunu da gün yüzüne çıkarıyor. Peki ne kadar saf olursa olsun niyetler veya arzular Yemen'i başka bir yere taşır mı?
Özre karşı güney tarafından gelen yanıt belliydi. Bölünme konusunda ısrar devam ediyor, Saada ve diğer bazı bölgelerde kontrolü ele geçiren Husiler'in olumlu tavır takınmalarına rağmen büyük ölçüde olumsuz bir hava hâkim. Husiler'in gelen özrün üzerine kurmak istedikleri bir iktidar ve gelecekte Yemen iktidarında söz sahibi olmak için meşruiyet kazanmaya dair net bir hedefleri var. Bu, Saada'nın coğrafi ayrıcalıklarından faydalanmayı bilen ve bunun için gerekli plana sahip olanların takip edeceği zekice bir politika. Hatta yalnızca Saada'dan değil, Sanaa'ya ve hatta Taez'e ulaşan mezhebi çelişkilerden bile faydalanmayı içeriyor.
Güney tarafının özrü bu kadar çabuk reddetmesinin altında yatan bir takım sporunlar var. Öncelikle özür hiçbir şey için yeterli gözükmüyor. Ayrıca Ali Abdullah Salih rejiminin 1994 savaşındaki sorumluluğunu da üzerine almaya yetmez. Yani özre gelen reddin anlamı şu: Tarih bir saat bile geriye alınamaz.
Evet, aslında egemen bir Güney Yemen devleti vardı. Ancak devlet, içyapısı nedeniyle kendini koruyamadı. 1990'daki birliğin çöküşünün arkasında yalnızca güney tarafı yok elbet. Esasen bu devlet birlikten önce zaten çökmüştü. Birlik, yalnızca Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti olarak isimlendirilen devletin çöküşünün bir göstergesiydi. Kaldı ki ortada ne demokrasi vardı ne de halk, yalnızca Sovyet desteğiyle ayakta kalmaya çalışan bir devletçik vardı.
Sovyetler Birliği, soğuk savaş yıllarında kendisine Arap yarımadasında küçük de olsa bir dayanak aradı. Uman Sultanlığı ve Suudi Arabistan'la sınırı olan güney Yemen her ne kadar 1967'de bağımsızlığını ilan etse de, pratikte 1986'da nihayete erdi. 13 Ocak'ta sosyalist parti taraftarları arasında arka planında kabilesel bağların olduğu savaş patlak verdiğinde güney Yemen de yavaş yavaş son buluyordu. Ülkede tam bir iç savaş yaşandı ve birbiri arkasından gelen iç çekişmeler de krizi artırdı. Sovyetler, artık ülkedeki çatışmalara müdahale edemez hale gelmişti çünkü kendi sonu da yavaş yavaş yaklaşmıştı.
Güneyde devlet çöktü. Devamın sağlayabilecek ekonomik şartlar artık yok. Hala güneydeki devleti savunan ve kanunların, güvenliğin olduğu bir sistem olduğunu iddia edenler var. Ancak başka bir gerçek daha var ki o da; bu iddiaların sahipleri bir zamanlar bu devletin çatısı altında binlerce Yemenlinin uğradığı haksızlıkları ve petrol patlamasının yaşandığı körfezin gölgesinde fakirlikle boğuştuklarını unutuyorlar.
Eski defterleri açmaya gerek yok. Söylenecek tek şey, bir zamanlar güney devletindeki Sosyalist partinin genel sekreteri Ali Salim al Bay'ın birlik için acele etmesi ve iyi niyetini koruyarak meclis başkan yardımcısı olmak için koşarak Sana'ya gitmesiydi. Ali Salim bölünme için de aynı acelecilikle hareket etti ve ne partiden ne de diğer kurmaylardan kimseyle istişare etmeden bu kararı aldı.
1994 yazındaki savaşa gelince, ortada net olan bir şey var. Birlikten önce Yemen Arap cumhuriyetinin lideri olan Ali Abdullah Salih, savaşı önlemek için gereken çabayı sarf etmişti. Ancak durum öyle bir noktaya gelmişti ki, Ali Abdullah Salih hasımlarının tüm isteklerini kabul eden anlaşmayı Amman'da imzalamak zorunda kalmıştı.
23 yıl boyunca ve hatta bugüne kadar, güney devletini oluşturan kuzey ve güney bölgelerindeki sosyal yapı ciddi anlamda değişime uğradı. Bölgeler arasındaki ilişki bile zamanla bir dönüşüme uğradı denebilir. Bu, aslında kuzeydeki illetin güneye sıçradığının bir delili olmuştu. Özellikle de 1994 savaşından sonra güney Yemenli vatandaşların uğradıkları haksızlık ve zulüm, aşağılayıcı uygulamalar dramatik sonuçlardan biri olmuştu. Peki bu bölünme için yeterli mi? Veya 1990'dan beri hiçbir şeyin değişmediğini varsayıp durumu olduğu gibi kabullenmek bölünmeyi gerektirir mi?
Bir gerçek var: Yemenin sadece güneyi değil, tüm yapısı değişti. Ancak ne yazık ki hala Sana'dan Yemen cumhuriyetinin üstünlüğünün mümkün olduğuna inananlar var. Bu öyle bir sadakat ki, ülkedeki belirli kabileler ile askeri kurumlar arasında, Taez'deki bazı tüccarlar ile bazı İslamcı gruplar arasında denge olan " şeyh- lider" denkleminin çöküşüne rağmen devam edeceğine inanıyorlar. Bu İslamcı grupların arasında İhvan-ı Müslimin de var ve Mısır'daki başarısız deneyimlerine rağmen Yemen için güçlü projeleri olduklarını iddia ediyorlar.
Güneydeki rejimin çökmesi gibi kuzeyde de rejim tamamen çöktü. Bir zamanlar Devlet yönetiminde söz sahibi olanlar Saaa'dan başlayarak ülkenin mahkumları oldular. Özellikle de El Ahmar liderlerinin Ali Abdullah Salih'den uzaklaşıp eski müttefik Ali Muhsin El Ahmar'ın hasmı olması... Bu gelişme sayesinde Husiler, ülkede daha fazla nüfuz sahibi oldular. Yemen denkleminin bir parçasına dönüştüler ve Sanaa'daki boşluktan faydalanarak şafi Taez'de bir köprü oldular. Bunun en büyük faydası ise başkentten uzakta olmalarıydı.
Yemende meydana gelen değişiklilikleri bütünüyle dikkate alırsak, buna bir de ekonomik krizleri, eğitim- öğretim alanındaki yetersizlikleri ve El Kaide'nin nüfuz alanının genişletmesini, Sana'daki su krizinin derinleşerek şehri cansızlaştıracağını da eklersek, bölünmenin hiçbir çözüm getirmeyeceğini net bir şekilde görürüz. Bunun için dış güçler yeterince çalışsa da ve bölünme en iyi şekilde gerçekleşse de hiçbir şekilde çözüme ulaşmayacak.
Ulusal diyalog sempozyumunun sürdüğü şu günlerde, Yemenin tümü için yeni bir yapının oluşması konusunda ciddi bir düşünce aritmetiğine ihtiyaç var. En azından bu yeni yapının geçmişteki yapıdan tamamen uzak olması gerekiyor. Öncelikle kısır döngüyü, federal bir devlet çatısı altında tüm tabakaların kendi düzenlerini kurmalarını gerektiren çağdaş bir anayasa düzenleyerek kırmaya ihtiyaç var. Bundan kaçış yok.. Yani Yemenin geleceğini geniş bir çerçeveden çizmek gerek. Durumu kontrolleri altında tutmak isteyen uluslar arası çabalara rağmen bunu başarmak çok önemli.
Söz konusu olan durum, özrün çok çok ötesinde. Sonuçta, kim kimden hangi hatadan dolayı özür dileyecek? Veya herkes Yemenden veya karşılaştıkları sorunlarla başa çıkmada yetersiz kaldıkları için özür dilemek zorunda değil. Bu sorun Yemenin geleceğiyle alakalı.. Biz Yemende kaderin kriziyle karşı karşıyayız ve hiçbir özür bunu çözecek güce sahip değil.
Kaynak: Middle East Online
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız