Hakikat; inanç, bilgi ve eylemle hayatı oluşturduğunda meşru bir düzenden bahsetmiş oluruz. Özellikle eylem boyutu günümüzde ihmale uğrayan, kimi zaman zorlama, bazen de keyfi durum yüzünden nakısalarla maluldür.
İslam’ın görünür olması camilerin varlığı ile değil; cemaatle ve cemaatin ticaret, ekonomi boyutuyla salih ameli belirleyici kabul edip etmemesiyle ilgilidir. Kur’ân’da, sürekli, imanın arkasında “salih amel”in vurgulanmasına dikkat çekilir.
“Allah’a inanıp salih amelde bulunan ve ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü olan kimdir? (Fussilet / 33) sorusu ile gerekçeli bir iddia konuyor ortaya.
Açık beyanla ayette inanç amel bağlantısına dikkat çekiliyor. İnanan insanın amelinden sorumlu olduğunu ve yaptıklarının bilincinde olması gerektiğinin açıklamasının ardından “Ben Müslümanlardanım” ifadesine geliyor. İnancından, sözünden, söylemin ortaya koyduğu her türlü eyleme uymaktan memnuniyetin ortaya konması farklı hikmetlere kapı aralıyor.
Sözü güzelleştirenin “salih amel” olduğunu, amelin güzelliğinin de inançtan gelmesinden kaynaklandığını hemen anlıyoruz. Ardından İslam’ı, inanç ve amel boyutu ile yaşamanın coşkulu, memnun edici tarafını buluyoruz. Bir başka vurgu da “Müslümanlardanım” ifadesinde yer aldığını görüyoruz.
Müslümanların bir ümmet/millet halinde yaşadıklarına yapılan atıf “daha güzel sözlü kimdir” ifadesiyle yeryüzünde elde edilecek payeye/ rütbeye de ışık tutuyor.
islam’ın, bütünlük içinde topyekûn yaşanmasını ve bu yaşantıdan haliyle ve ifadeyle memnun olan Müslümanların her devirde dünyayı / hayatı doğru yere yazdıklarını ortaya koyan, benzer pek çok ayet mevcut.
Güncel akış içerisinde, inanç ve “Salih amel” boyutunda büyük bir kopukluğun varlığını gözlemleyebiliriz. Bir başka ifadeyle, sözde kalmış, amele dönüşmemiş iman düzeyindeki kitle çoğunluğu oluşturuyor. İslam’ın yaşanmasında insanın kendinden kaynaklanan problemlerin yanında, sistemin kurgusundan neşet eden sorunları da ele aldığımızda iki yönlü iç içe geçmiş bir sorunsaldan bahsetmiş oluruz.
Ticari, siyasi ve kültürel alanda mümin için meşru olmayan haller ve işlemler varlığını sürdürüyor. Verilen fetvaların temel özelliği esastan meşruiyet taşımıyor. Geçici olarak, başka şık olmadığından zarureten kullanıma yönelik oluyor. (Kasko fetvası buna bir örnek teşkil eder.)
İşin en tehlikeli yanını bu stratejik fetvalar oluşturuyor. Sorunun ortadan kalkması adına mücadele edilmeyince zarureten verilen fetvalar kalıcı hale geliyor.
Uluslararası tahkim kurallarının uygulandığı bir ülkede, dindar insanlar başta medeni hukuk uygulamalarını inançları ile uyumlu hale getiremiyorlar.
Sonuçta ortaya çıkan tabloda, Müslümanların göz yummaları sonucunda, gizli bir laiklik, dayatılanın yanında yerini alıyor.
Sözde kalan, eyleme sirayet etmeyen; salih amele dönüşemeyen durumda “Ben Müslümanlardanım “ vurgusu içimizde mutmainlik oluşturamıyor. İkiyüzlü, iki ayrı alanlı bir yaşantı içinde, hakikatin tüm boyutlarıyla ihya edilmediği düzende “Kitap’ın talebi” yeniden düşünülmeye değer.
Ayrıca müminlere kitab’ın yanında, hikmetin verildiği de beyan ediliyor.
“İşte bu ayetler, hikmet dolu Kitab'ın ayetleridir.” (Lokman / 2)
Hikmet; inanç, bilgi, eylem üzerinde tefekkürle baştan sona yürüdüğünde ortaya çıkar. Hikmetin ortaya çıkışı, insana sirayetindeki kolaylık düşünüldüğünde, yeni farklı bir boyutun imkânına da kavuşulmuş olur.
Nasların kabulûnde zorlananın, hikmetle oluşan yumuşaklıktan temel referanslara vardığı tecrübe ile sabittir.
Hikmet kalbi mutmain kılan; aklı selimleştiren özelliğiyle özgüven verir; insanı düşünmeye davet eder.
Günümüzün en büyük eksikliği; Hakikatin, eksik boyutla hayata alındığından ötürü; Müslümanlardan hikmetin sadır olmamasıdır.