Türkiye’de, ordunun siyasi hayat üzerindeki vesayetini ortadan kaldırmak yönünde görülmemiş bir siyasi drama sahneleniyor. Savcılar geçenlerde en üst rütbeli bazı emekli ve muvazzaf askerleri tutukladı. Bu sivil-asker mücadelesinin nasıl gelişeceği ülkenin geleceği açısından kritik önemde, fakat küresel önemi de haiz.

İktidardaki AKP Türkiye’nin artan siyasi kutuplaşmasını azaltmayı, ufak tefek dinsel meselelerden kaçınmayı ve kendi içindeki demokrasiyi güçlendirmeyi başarırsa, İslam dünyası üzerinde soyut da olsa muazzam bir etkide bulunabilir. Türkiye’nin dostları gerek nerede durduklarını açıkça ortaya koyarak, gerek AKP’nin bu konuda ısrarcı olmasını telkin ederek yardımcı olabilir.

Ordu hâlâ sert karşılık verebilir
AKP’nin 2002’deki seçim zaferinden kısa süre sonra ordunun üst rütbeli komutanlar da dahil bazı unsurları partinin Türkiye’yi laik demokrasiden daha dini ve otoriter bir devlete dönüştüreceğinden endişe duymaya başladı. Şu an bilindiği gibi, bazıları hükümete komplo hazırlamaya girişti. Korkularının doğru olduğu da görüldü, fakat bunun nedeni AKP’nin Türkiye’yi İslam devletine dönüştürmesi değil (muhtemelen böyle bir şey yapmayacak), ordunun siyasetteki rolünü ortadan kaldırmak yönünde epey ileri gitmesiydi. Bu olağanüstü bir başarı ama sadece AKP’ye ait değil. Bu daha ziyade derin ve uzun süredir devam eden toplumsal bir değişimin, yani muhafazakâr ve dindar bir orta sınıfın ortaya çıkışının sonucu.

Tutuklamalarla sarsılan ordunun sert bir karşılık verme ihtimali yabana atılamaz. Üst düzey yargıçlar ve savcılar hâlâ ısrarla ordunun kampında yer alıyor (alt düzeydekiler öyle değil) ve ordu, daha önce de denediği gibi, AKP’yi bir şekilde denetim altında tutmak için yargıya sırtını dayayabilir. Bu başarılı olsa bile bir Pirus zaferinden öteye geçmeyecek ve neticede, Türk siyasetinin adım adım sivilleşme rotasını muhtemelen değiştirmeyecektir. Türk ordusu elbette önemini yitirmeyecek. İstikrarsız bir bölgedeki ciddi bir güçten söz ediyoruz ve Türkler ordunun vatanseverliğinin yanı sıra ülkenin güvenliğine katkısına değer veriyor. Ordu bağımsızlığını büyük oranda koruyacak ve AKP’nin ayağında bir diken olmayı sürdürecektir. Fakat ordunun hükümetler devirip kuran günleri sona eriyor.

Ordunun siyasete müdahale etmek konusundaki geçmiş teşebbüsleri bizzat kendi meşruiyetine zarar vermekten başka işe yaramazken, AKP’nin 2007’de ikinci seçim zaferini kazanmasına da yardımcı oldu. Fakat orduya açılan davaların sebep olduğu felç ve zihinsel karmaşa AKP’ye de belli bir fatura çıkardı. AKP hâlâ en güçlü ve popüler parti, fakat desteğinin düştüğü göz önüne alınırsa, her zamankinden daha savunmasız durumda.

AKP Türkiye’yi modernleştirmek ve demokratikleştirmek yönünde çok şey yaptı; bunu ancak dindar ve muhafazakâr bir parti başarabilirdi.

Ancak giderek kavgacı hale gelen tarzı ve anlamlı ekonomik ve siyasi reformları uygulamak yerine iç kavgalara girişme huyu popülerliğinin azalmasına katkıda bulundu.

Partinin rakipsiz lideri Başbakan Tayyip Erdoğan, eleştirileri küçümser ve giderek otoriter bir tutum sergiler hale geldi.

Erdoğan’ın Ortadoğu’da uyguladığı faal dış politika, bilhassa İran’ın nükleer programına karşı yumuşaklığı ve İsrail’e karşı sertliği, ülke içinde ve dışındaki bazı çevrelerden alkış almasını sağladı, fakat yenilmez olduğu duygusuna kapılmasına da katkıda bulundu. Ülkede ne kadar popüler olursa olsun, uluslararası faaliyetleri artan işsizliği ve duraksayan reform çabalarını telafi etmeyecektir.

Bir parti sadece dış politikayla ayakta kalamaz, bilhassa da ciddi ciddi boyunu aşan ve dostlarıyla müttefiklerini küstüren bir tutum sergilediği takdirde. Bazı ülkelerin Ermeni soykırımını tanıyan tasarılar kabul etmesine misilleme mahiyetinde ‘Türkiye’de yasadışı çalışan 100 bin Ermeni’yi sınırdışı etme’ tehdidi savurarak dikkat çekici bir çıkışta bulunması, muhtemelen Türkiye’nin Ermenistan’la uzlaşma konusundaki samimiyetinin sorgulanmasına yol açacak. Hatta bu sözlere karşı ülke içinde de tepki oluştu.

Türkler AKP’ye nasıl yaklaşacakları konusunda kendi kanaatlerini oluşturacak. Türkiye’nin trajedisi, AKP’ye meydan okuyacak ciddi bir muhalefetin olmaması. Bunun sonucunda ortaya çıkan boşluğu genelde ordu dolduruyor. Muhalefetin ekonomik veya yargısal reformlara etkin biçimde odaklanma eksikliği iktidar partisi için büyük bir nimet olabilir, fakat Türk demokrasisine ciddi zarar veriyor.

Batı temkinli yaklaşmalı
Türkiye’nin AKP iktidarındaki etkileyici hamlelerine ve Batı’dan aldığı övgülere rağmen, ABD ve diğer Batı ülkeleri hâlâ temkinli davranmalı. Serbest piyasaya samimiyetle bağlı olsa da, AKP geleneksel anlamda liberal bir parti değil - Erdoğan partisini demir yumrukla yönetiyor. AKP kendisine karşı çıkanların ihtiyaçlarına fazla zaman ayırıyor gibi görünmüyor.

Laiklik yanlısı grupların, özellikle kadınların haklı korkularını görmezden geliyor ve medyayı reformdan geçirmek yerine bastırmak yönünde bir niyet sergiliyor. Ciddi çelişkilerin üstesinden etkin biçimde gelebilmiş de değil: Kürt meselesinde bir başlangıç yaptı ama iştahını yitirdi; otoriter anayasayı ve adaletsiz seçim yasalarını değiştirme ihtiyacına da uzun zamandır kayıtsız; ve iddia ettiği gibi, gerçekten laik bir parti olup olmadığını kamuoyuna açıkça göstermeyi başaramıyor.

Türkiye, ancak AKP kendisini yeniden şekillendirir ve ülkeyi daha iyi işleyen bir demokrasi haline getirme sözüne uygun hareket ederse ileriye gider. Bu kolay olmayacak, zira Türkiye’deki siyaset 10 yıldır bir sıfır toplamlı oyun şeklinde ilerliyor.

Batı şimdiye dek AKP’yi övdü, ancak Türkiye’nin AB ve genel anlamda demokratik dünyanın parçası haline gelebilmesi için büyük değişimlerin şart olduğunu ilan etmekten kaçınarak Türklere iyilik yapmıyor. AKP bu mesajı duyup kulak asmazsa, Türkiye’nin Batılı dostlarının görmekten hoşlanmayacağı bir manzara yaratabilir: Otoriter bir toplumun yeniden ortaya çıkışı, hatta belki ordunun siyasete dönüşü. (Century Vakfı üyesi, ABD’nin eski büyükelçisi yürüttü / Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nda misafir öğretim üyesi, Lehigh Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler profesörü, 22 Mart 2010)

Kaynak: Radikal