İslami bir partinin demokrasinin tüm unsurlarını kontrol etmesiyle Türkiye'nin laiklik ve Batı yanlılığından ödün vereceği endişesine kayıtsız kalınamaz. Fakat reform yanlısı AKP bu endişeyi boşa çıkarabilir; Türklerin Batı, demokrasi ve laiklikle bağı da koparılamayacak kadar güçlü.
Türkiye'de yükselen gerilim ve darbe söylentileri önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimlerin tarihi bir dönüm noktası olacağı kanısını güçlendiriyor. Modern Türkiye'de ilk kez İslam esinli bir siyasi parti devletin en önemli iki kurumunu, cumhurbaşkanlığı ve parlamentoyu kontrol edecek. Erdoğan başbakan kalsa bile bu böyle olacak, çünkü cumhurbaşkanını AKP'nin çoğunluğu oluşturduğu meclis seçiyor. Pek çok kimse Türkiye'nin laik devlet yapısındaki bir gerilemeden ve dış politikasının Batı'dan uzaklaşıp İslam dünyasına yakınlaşacak biçimde yeni bir yöne girmesinden endişe ediyor.
Yürütme ve yasama erklerinin denetimi AKP'ye üniversite rektörleri ve önemli bürokratları atama, mevzuat ve toplumsal teamüllerin önemli unsurlarını değiştirme yetkisini veriyor. Çok sayıda hâkimi atama yetkisiyle aslında AKP Türkiye'deki demokrasinin tüm unsurlarını kontrolü altına alacak. Türkiye'deki en özerk kurum konumundaki ordu bile AKP'li cumhurbaşkanının terfilere müdahale etmesinden kaygılanıyor.
Dört yıllık icraat İslamcı değildi
Laiklerin çoğunun öncelikli endişesi şeriatın getirilmesi değil, dinin Türkiye'deki hayat tarzının tüm alanlarına daha fazla nüfuz etmesi. AKP içindeki pek çok kesim dini okulların konumunun güçlendirilmesine, özellikle üniversitelerde olmak üzere türban yasağının gevşetilmesine yoğun destek veriyor. Kısacası Türkiye'deki hayat tarzının doğası değişecek.
Bu endişelere kayıtsız kalınamaz, çünkü laiklerin Erdoğan'a güvenilemeyeceği, sözleri ve izlediği siyaset ne olursa olsun (mesela kendini AB üyeliğine adaması gibi) bunların aslında daha karanlık amaçlar için perde olduğu yönündeki itikatı üzerinde yükselmekteler.
Diğer yandan Erdoğan'ın dört yıllık iktidarını değerlendirirsek, icraatı 'İslamcı' olmaktan çok uzak. AKP iktidara demokratik yollardan geldi ve eldeki sonuçların çoğu iyi bir yönetim sergilediğini gösteriyor; ekonomi gelişiyor, sanayi serpiliyor, AB'ye yönelik reformlar tam gaz ilerliyor ve Türkiye bölgede yükselen bir güç haline geliyor.
Cumhurbaşkanı kim olursa olsun AKP, ordunun siyasetteki etkisi, icap eden tüm sosyoekonomik tavizlerle birlikte AB üyeliği arzusu ve demokrasinin daimi koşulu olan seçimleri kazanmak için iş üretip, halkın güvenini koruma noktasında hâlâ endişelenmeli. Ümit ederiz ki, AKP'nin ağırlığının devamı en sonunda ciddi bir muhalefet partisinin peyda olmasına yol açar; Türkiye yıllardır bunun eksikliğini duyuyor.
Her ne kadar yeni cumhurbaşkanının partiler üstü bir kişilik benimsemesi gerekiyorsa da bu durum AKP, Erdoğan ve türbanlı eşini lanetli olarak gören başlıca laikleri tatmin etmeyecek. Öte yandan Erdoğan başbakan olarak kalsa ya da cumhurbaşkanı olsa da Türkiye demokrasisine yönelik pek az ciddi tehdit var. Araştırmalar Türk halkının daha dindar hale geldiğini ama aynı zamanda İslami bir devlete de son derece karşı olduğunu gösteriyor. Hızla büyüyen sivil toplum ve özgürlük tutkunu basınla demokratik sorumluluk yerinde duruyor.
Türkiye bu geçişi barışçı biçimde yaparsa, bu, siyasetinin normalleştiği ve olgunlaştığına işaret eder; özellikle de Erdoğan'ın başarısı askerlerin arzularına karşın gerçekleşeceği için. Son 47 yılda Atatürk'ün laik mirasının koruyucusu ordu, seçilmiş liderlere karşı dört darbe yaptı. Genelkurmay başkanının basın toplantısının cumhurbaşkanı veya başbakanınkine göre daha fazla ilgi çektiği bir ülkede askerlerin siyasete müdahalesine yönelik korkuyu tamamen ortadan kaldırmak için kalıcı siyasi ve ekonomik istikrar gerekiyor ki, Türkiye bu bileşime uzun süredir hasret. Suyu fazla bulandırmamak için temkinli davranan ve güvenilecek muhafazakâr bir parti olduklarını söyleyen Erdoğan eleştirileri boşa çıkarıp bu süreci iyi idare edebilir, özellikle de AB yardım ederse.
Erdoğan'ın Türkiyesi daha kendinden emin ve aktif bir uluslararası oyuncuya dönüştü. Değişen jeostratejik gerçeklerden, ekonomisinin büyümesinden ve ABD'nin bölgede bocalamasından dolayı dış politikası da artık Amerika merkezli değil. En önemlisi, Avrupa'nın engellerine rağmen Erdoğan Türkiye'yi AB'ye daha da yaklaştırdı, hâlâ üyelik peşinde koşmayı sürdürüyor ve Kıbrıs sorununun çözümü için de önemli tavizler verdi.
ABD'yle Türkiye her ne kadar pek çok konuda ortak siyaset izliyorlarsa da, Irak, İran, Suriye ve Hamas gibi konularda farklılıklarını koruyorlar. Erdoğan döneminde Türkiye Ortadoğu'da bağımsız bir ses ortaya koydu, ama hem Ankara hem Washington farklılıklarını küçümseyip dikkate almamayı ve ortak çıkarları öne çıkarmayı seçti.
Bugünün Türkiyesi 20 yıl öncekine benzemiyor; ABD'nin kapısını aşındıran, Moskova'nın tehdidini hisseden ve ekonomik zorluklar içindeki Türkiye artık yok. İkili ilişkileri yürütmek için artık Amerikalıların daha fazla çalışması gerekse bile Türkiye'nin gücü ve yeni atılgan tavrı ABD'nin stratejik çıkarlarıyla bütünleşebilir ve hoş karşılanmalı.
Dengeyi Kuzey Irak değiştirir
Türkiye'deki liderler ABD'nin Irak'ı bir arada tutmayı başarmasını tüm gönülleriyle dilese bile Irak konusu sorun yaratıyor. Türkler ABD'nin Irak'taki askeri girişiminden çok zarar gördüklerini düşünüyor. Bu onları uzun süredir korktukları kâbusla baş başa bıraktı: Yanı başlarında bir Kürt devletinin kurulup, bunun Türkiye'deki Kürtler üzerinde siyasi sonuçlara yol açması. AB'nin süprüntü tavrıyla ve artan Amerikan karşıtlığıyla birleşince bu durum ülkedeki ırkçı milliyetçiliğe güç kattı.
Türkiye'nin halihazırdaki endişeleri iki konuya odaklanıyor: Birincisi, petrol zengini Kerkük'ün Irak Kürdistanı'na bağlanıp bağlanmamasına ilişkin 2007'de yapılması öngörülen referandum ki, Türkler buna son derece karşı. İkincisiyse, ABD veya Irak Kürtlerinin Kuzey Irak'ta üslenen Türkiye karşıtı PKK militanlarını ezmekteki gönülsüzlüğü. Her iki konu da Washington'la ilişkileri geriyor ve bir anda topyekûn bir krize dönüşebilir.
Bazı Iraklı Kürt liderlerin kısa süre önce sarf ettiği tehditler anında Türk generallerin karşı tehditlerini tahrik etti. Bu durum temkinli bir biçimde idare edilmezse ABD-Türkiye ittifakındaki dengelerde önemli bir değişimin ve belki de AKP iktidarının devamına yönelik en büyük tehdidin habercisi olabilir.
Washington'da ABD yönetiminden olmayan bazı kişilerin korktuğu gibi Türkiye 'kaybedilmeyecek'. Türk halkının Batı, demokrasi ve laiklikle bağı koparılamayacak kadar güçlü ve büyük zorluklara direnebilecek yetenekte. Kaldı ki, Erdoğan veya partisinin kökten bir değişikliğe gideceği yönünde de hiçbir emare yok. Türkiye'nin büyümesi ve dinamizmi Batı'da yatıyor.