Elbette Hür Suriye Ordusunun karargahını Hatay'dan Suriye'deki kurtarılmış bölgelere taşımasının siyasi bir anlamı var. Bu yöndeki haber ve ifadeler bir gerçeği aksettiriyor. Türkiye iç ve dış baskılara dayanamamış ve Hür Suriye Ordusunun hamiliğini daha örtülü yapmak zorunda kalmıştır. Ya da siyasi kanada hamilik yapmayı sürdürmesine mukabil askeri kanatla ilişkilerini daha görünmez hale getirmiştir. CHP veya muhalefet milletvekillerinin karargah baskını bu sonucu hızlandırmıştır. Bir anlamda geri adım atılmıştır. Bunda başta CHP ve İP gibi partilerin Hatay'da gerçekleştirdikleri gövde gösterilerinin ve bölgedeki Nusayrileri kışkırtmalarının ve ayartmalarının büyük payı olmuştur. Elbette bunda Hürriyet grubunun unutulmaması gereken bir payı da bulunuyor. Bununla birlikte, Suriye yönetiminin Türkiye'yi BM'ye şikayet etmesini ve onun ötesinde İran ve yine Suriye rejimlerinin PKK'ya desteklerini aktif hale getirdiklerini sağır sultan bile duydu. Bundan dolayı Türkiye, hem Suriye cephesinde hem Maliki ile ilişkilerinde ve hem de PKK ile görüşme yapma noktasında geri adım attığına dair bir takım izlenimler veriyor. Mehmet Ali Birand da elbette bunu tarassut etmiş ve gözlemlemiş ve 'Türkiye, Suriye'de frene basıyor' diye bir yazı kaleme almış.
Lakin Türkiye tam bu aşamada bulunduğu noktadan geri adım atabilir mi? Pişmiş aşa su katılır veya çaydan geçerken at değiştirilir mi? Yoksa bu adım taktik bir adım mı? Bu hususta farklı değerlendirmeler var. Bunlardan birisi de The Guardian yazarı Simon Tisdall'a ait. The Guardian yazarı Türkiye'nin daha sert ve keskin bir çizgi izleme havasına büründüğünü yazıyor. Mürsi'nin önerdiği Dörtlü Temas Grubunun çalışmaları ağır aksak gidiyor. Suriye'de akan kanı durdurmak için Suriye'ye bölgesel bir gözlemci heyetinin yerleştirilmesi teklifinden bir ses çıkmadı. Bunun yerine iç muhalefet Şam'dan ses verdi. Ve herkes bu iç muhalefetin hamiliğini Rusya, Çin ve İran'ın yaptığını biliyor. Öyleyse İran cambaz gibi birçok ipte birden oynuyor. Birlikte hareket etme namına Mursi'yi yavaşlatıyor ve aksatıyor. Mursi ise New York'ta BM Genel Kurulunda Bağlantısızlar Hareketinin Tahran zirvesinde yaptığı konuşmaya benzer ağır bir konuşma yaptı. Suriye rejimine bindirdi. Mursi de Tahran ve New York'ta one minute çekiyor!
*
Suriye rejiminin ya yanlış anlama ya da saptırma huyu var. İran'ı Dörtlü Temas Grubu'na dahil etmesini Esat'ın gitmesini istemiyor diye yorumladı. Bu doğru olmasa da muhaliflere karşı psikolojik zemin kazanmış oluyor. New York'taki BM Genel Kurul çalışmaları sırasında Katar adına yapılan konuşmada yeni bir teklif ortaya atıldı. Arap Barış Gücü oluşturulması ve Suriye'ye müdahale edilmesi. Bu çağrının pratik bir sonucu olacak mı? Araplar böyle bir ordu toplayabilirler mi? Bu çağrı yerinde olmakla birlikte pratiğe geçirilmesi hayli zor. Hazır askeri mekanizmalar ve bu yönde oluşmuş bir teamül yok. Arapların güçlü orduları olmadığı gibi güçlü iradeleri de yok. Dolayısıyla bu çağrılar havanda su dövmekten ibaret kalıyor. Bununla birlikte yabancı basın Temmuz ayında (2012) ilginç bir habere yer verdi. Buna göre, Adana'da Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye'den müteşekkil bir operasyon merkezi (nerve center) kurulmuştu ve bu merkez üzerinden Suriyeli devrimcilere lojistik destek ve muhimmat sağlanıyordu. Bu merkezde CIA'nin de zımni katkısı olduğu varsayılıyordu. Yalnız bu merkeze üye ülkeler Suriyeli devrimcilere askeri destek verdiklerini reddediyorlardı. Fransızlar, Türkiye'den kurtarılmış bölgeler projesine destek vermesini isteseler de Tisdall'a göre, Türkiye buna tek yanlı kaldığı müddetçe pek sıcak bakmıyor. Bunun için ya BM onayını veya en azından NATO ve ABD desteğini arıyor. Aksi takdirde, buna bir macera gözüyle bakıyor. Bununla birlikte, Tisdall AKP Kongresine gelecek yabancı konukların Türk muhataplarıyla bu meseleyi enine boyuna konuşacaklarından şüphe etmiyor. Gerçekten de bunun sonucunda Türkler itelemeyle havaya girerler mi? Özellikle PKK saldırıları on yılın tavanını yapmışken. Tisdall sadece Türkiye'nin havaya girmek üzere olduğunu söylüyor lakin buna dair somut veriler ortaya koyamıyor.
*
Tisdall ile Mehmet Ai Birand'ın çıkarımları farklı olsa da yine Tisdall'a göre bütün bölge kaynama noktasında ve diken üzerinde duruyor. Ürdün, Türkiye, Lübnan ve Irak Suriye'deki gelişmelerden fazlasıyla muzdarip ve etkilenmiş bulunuyor. Zaten Lübnan ve Ürdün kendi söküğünü dikebilecek ülkeler değil. Burada tartışmasız bir doğru husus varsa o da Dr. Suud Meşal Eş Şemri'nin makalesinde yazdıklarıdır. ( http://alwatan.kuwait.tt/ArticleDetails.aspx?Id=223280&WriterId=324 ). Beşşar ve Suriye rejiminin yıkılması Arap ve Türk milli güvenliği için kaçınılmaz hale gelmiştir. Suriye rejiminin yıkılmasının yeni risk ve bedelleri olsa da hiçbir şey kalması kadar riskli değil. Bu denklem Suriye halkı için de geçerlidir. Suriye halkı ve bölge için en kötü seçenek Beşşar'ın kalmasıdır. Bu sadece İsrail açısından olumlu bir seçenektir. Beşşar Esad'ın ayakta kalması bölgede ve dünyada yeni bir soğuk savaşın başlangıcını teşkil edecektir. Zaten kalma ihtimali de yok. Sadece Suriye rejimi, İran, Rusya ve Çin Beşşar'ı biraz daha ayakta tutarak pazarlık paylarını artırmaya çalışıyorlar. Başbakan Erdoğan'ın dediği gibi Beşşar siyasi mevtadır ve bu saatten sonra dirilme imkanı da yoktur.