Post İslamcılık dalgası Suriye'de ABD'nin eliyle yürütülüyor.   El Hayat gazetesinde Suriye kapsamında bu deyime sık sık yer veriliyor.  Türkiye bazında bu kavramı kullananlardan birisi de Serdar Turgut. Türkiye'nin sentezle İslamcılığı aştığını ve post İslamcılığa ulaştığını yazıyor.  Arap Baharı dalgasından evvel prematüre şeklinde kalan İslami iktidar denemelerinden yola çıkan Olivier Roy ve Gilles Kepel gibi post modern oryantalistler 1990'lı yıllarda İslami hareketlerin bittiğine hükmetmişlerdi. Şimdi de Arap Baharı ile birlikte yeniden gelişen ve görünür hale gelen İslamcılık bir kez daha iğdiş edilmeye çalışılıyor. Bu kampanyaya kimileri 'Post İslamcılık' diyor. İslam'la savaşın bin bir yüzü ve şekli var. Bazen bu savaş biçimi 'siyasal İslam' markası üzerinden yürütülüyor. Bazen başka kalıplar veya tabirler altında.   Bu savaşı en iyi markalandıran isimlerden birisi devşirme Neoconlardan Zalmay Halilzad'ın eşi Cerly Benard olmuştur. "Civil Democratic Islam: Partners, Resources and Strategies" raporunda, önceliklerini ve müttefiklerini belirlemişti.   Söz konusu RAND raporunda Benard gelenekçileri ve fundamentalistleri kademeli  ve hiyerarşik olarak Amerikan çıkarlarına zıt ve muhalif akımlar olarak tasnif etmiştir.  Dolayısıyla bu akımları düşman sınıfına sokuyor. Buna mukabil,  Kaddafi gibi modernistleri ve Mısır'da Azmiye Tarikatı gibi bazı tarikatları (tasavvufi akımları) dost kıvamına sokuyor.  BOP projesi sukut etse de ABD'nin bu tasniften vazgeçtiği söylenemez. Bunun yakın tanıkları var. Sözgelimi 14 Ocak 2011  tarihinde Zeynelabidin Bin Ali'nin devrilmesinden sonra;  yeni dönemde bu ülkede ve Kuzey Afrika'nın genelinde, sabık dönemde küllenen ve bastırılmış akımlar arasında çekişmeler güncellendi.  Fıkhi anlamda Selefilerle –Malikiler arasında çekişme yeniden hortladı ve aktif hale geldi.  Keza meşrebi anlamda da Selefi akımlarla Tasavvufi akımlar arasında bastırılmış çekişme alanı yeniden nüksetti ve  hatta şiddetlendi.  Bu çekişme yöntemle sınırlı kalmıyor aynı zamanda üslubu da aksediyor.

*

Selefiler, selefleri Vehhabilerin yaptığı gibi Tunus'ta  kabir yıkıcılığına başladılar. Kabir veya evliya türbelerinin ziyaretinin şirk olduğunu savunuyor ve zorla bunu engellemeye çalışıyorlar.   Lakin buna sadece Sufiler değil, kabirleri kültürel bir varlık olarak gören her türden kesimler de karşı çıkıyor ve bu yıkımla birlikte Tunus'un hafızasının silindiğini ve tahrip edildiğini söylüyorlar.  Tunus'ta çekişme ve mücadele aslında üç koldan ilerliyor.  Muhammed Talbi gibi modernistler hem Selefileri hem de Abdulfettah Moro gibi Maliki fıkhını temsil eden gelenekçileri hedef alıyorlar. Hatta bunlara Selefi-Köktenci muamelesi yapıyorlar.  Bir de geleneğin de keskin ucunda kalan hakiki Selefiler var.  Şimdiye kadar Selefiler, Tunus'a 40 zaviye, hangah, dergah ve mezarı yerle bir etmiş bulunuyorlar.  Kafa yapılarına uymayan çıkıntıları düzlüyorlar! Geçekten de bu vandalizmle eş anlamlı.  Selefiler selefin yapmadığını yapmak ve Mısır'da piramitleri bile yıkmak ve kırmak istiyorlar.  Arap Baharıyla birlikte yeniden eski enerjilerine dönmüş durumdalar.  Bu da eski kavganın yenilenmesini beraberinde getiriyor.  Yöntem meselesinde Selefiler istedikleri gibi düşünebilirler. Ama bunu fiiliyata döktüklerinde ve tahrip üslubu kullandıklarında müsamaha sınırını da zorlamaktadırlar.

*

Elbette Arap dünyasında veya İslam aleminde sufilerin de kendilerine göre kusurları var. Her sufi müteşerri değil ya da başka ifadeyle şer-i şerifin sınırları içinde kalamıyor. Bidatlere bulaşanlar oluyor.  Bu genelleme diğer gruplar içinde rahatlıkla yapılabilir. Dolayısıyla yeni dönemde uyum sınırlarının yeniden belirlenmesi gerekiyor.

Bununla birlikte, Cerly Benard tasnifi doğrultusunda ABD duruma müdahale ediyor ve Victoria Nuland'ın yaptığı gibi Washington türbelere yapılan saldırıları kınıyor. Bu duruma nasıl bakmalı? Elbette kabirlerin yıkılması yanlış. Lakin ABD'nin taraf tutup Tunus'un içişlerine karışması daha da büyük bir yanlıştır. Kendisini alakadar etmeyen meselelere karışmaktır. Bu da akıllara 11 Eylül'den sonra ABD'nin dini söyleme biçim vermesini akla getiriyor.  Bush bir taraftan toprakları işgal ederken diğer taraftan da kazanma adına zihinleri ve kalpleri işgal etmeye çalışıyor ve bunu da dini söylemin yenilenmesi üzerinden yapmaya yelteniyordu.  ABD tersinden de karışsa yine doğru olmazdı.  Yine müdahale sayılır. Yani Sufiler yerine Selefileri tutsaydı yine de karşı çıkmamız gerekirdi.  Bunlar münhasıran Müslümanların dini konuları ve içişleridir. Son sıralarda hem Amerikalılar hem de Ruslar Müslümanların dini işlerine fazlasıyla burunlarını sokmaya başladılar.  Bu meyanda Medvedev kesinlikle Suriye'nin Sünnilere kaptırılmaması gerektiğini söylüyor ( http://www.alboraq.info/ showthread.php?t=282232 ).  ABD ise Şii ve Sünni hatlarını geçerek her iki kesimde de kendisine yakın akımlara ulaşmaya çalışıyor.

Suriye'de muhalifler arasında 'ılımlıları' öne çıkarma projesini Ruslarla Amerikalılar birlikte yürütüyorlar. En azından El Kuds el Arabi gazetesinin haberi böyle diyor (http://alquds.co.uk/index.asp?fname=latestdata2013-02-05-15-01-30.htm ). El Kuds el Arabi gazetesinin haberine göre, Suriye'de muhalif isimlerin ılımlılığa göre sıralanması ve öne çıkarılması hususunda Ruslar ve Amerikalılar birlikte çalışıyorlar.  Öne çıkarılması gereken isimleri birlikte tayin ediyorlar.  Şahinler yerine güvercinleri ön saflara çıkartıyorlar.  Bundan dolayı Hıristiyan olmasına rağmen  George Sabra yerine ılımlı isim olarak Muaz el Hatip öne çıkartılıyor!  Muaz el Hatip'e mukabil, Hıristiyan George Sabra,  laik bir zeminden gelen Burhan Galyun  ve Müslüman Kardeşleri temsil eden Faruk Tayfur radikal olarak tasnif ediliyor.

Rusya ve ABD kendi uzlaşma planlarını onaylayabilecek isimlerli öne çıkarma kararı alıyorlar.  ABD önce Nusret Cephesini terörle irtibatlandırdı  ve dışladı.  Şimdi bu ayrıştırmayı derinleştirmeye çalışıyor.  Silahlı güçler yerine pazarlıkçıları ve uzlaşmacı güçleri öne çıkarmak istiyor.  Ahmet Muaz el Hatip'in askeri kesimle ilişkileri zayıf olduğu gibi Nusre Cephesiyle hiç teması olmamış.  Hatip savaşçı kanattan değil, müzakereci kanattan sayılıyor.  Muaz el Hatip'in şartlı diyalog çağrısı bu çevrelerce en azından bir ilk adım ve esneklik olarak değerlendiriliyor. Önemli olan bu kapının açılması veya tabunun aşılması.  Halkın sadmesi ortadan kalktığında ikinci adım olarak şartsız görüşme zemini devreye girecek.  Askeri alanda sürpriz gelişmeler olmazsa bu durumda Şam rejimi dostları sayesinde zaman kazanma işlemini tamamlamış olacak. Zaman bu durumda Şam rejiminin lehine işliyor.  Şam, muhalefetin kendi şartlarına göre adım adım olgunlaşmasını bekliyor. Zaten yakında bir kabine değişikliğine gideceği sinyallerini veriyor.  Amerikalılar Esat'ın gitmesini önceliyorlar gibi ama masada müdahale seçeneği yok.  Muhalifleri de esnettiklerine veya ehlileştirdiklerine göre Esat'ı gitmeye kim ve hangi seçenek ikna edecek?  Hİllary Clinton ve David Petraeus'un muhalifleri silahlandırma projesi de zaten daha önce Obama'nın vetosuna toslamıştı.  Bu durumda Suriyeli muhaliflerin, herhalde Esat'tan kurtulmadan önce süreci kaçıran Amerikalılardan kurtulmaları gerekiyor.  Kurt gövdeye girmişse onu kim çıkartacak?