Paris’te gerçekleşen Charlie Hebdo dergisine yönelik saldırının failleri tespit edildi ama azmettirici nedenleri merak ediliyor. Her şeyden evvel Cezayirli kardeşler Said Kouachi ile Şerif Kouachi'nin Bostan bombacılarını olarak anılan Çeçen kardeşler Tamerlan Tzarnaev ile Dzokhar Tsarnaev'e benzedikleri bir gerçek.   Polisle karmaşık ilişkilerin sahibi olan Cezayirli Muhammed Merah da  benzeri bir vakada  Fransa'nın güneybatısındaki Toulouse kentinde bir Yahudi okuluna saldırmıştı. Burada başka bir tespitte daha bulunmak mümkün. Bu da her iki halde de saldırganların yalnız kurt profiline uygunluk arz etmeleridir.   Bu da örgütlü bir infialden ziyade ferdi bir infiali akla getirmektedir.   Ama bu infialin arkasında  bir kitle psikolojisi de yatıyor. Bundan bir müddet önce hem Filistin’de hem de Fransa’da Müslüman kökenli bazı kişilerin araçlarını yayaların üzerine sürmeleri dikkat çekmiş ve şok etmişti.  Bu patlama noktasına gelen, çılgınlık derekesine varan kontrolsüz ve tekil tepkileri hatırlatmaktadır.  Bu olayların gerisinde sokakları yakmaya müsait ve hazır,  gergin bir ortam yatmaktadır.  Yıllar önce yine bu öfkeli gençler Paris’i yakmışlardı. Meseleyi şöyle özetlemek de mümkün:  Fransa’da yaşadıkları toplumdan dışlanan ve bütünleşemeden kalan kayıp kuşaklar ya da daha özel bir ifadesiyle sömürgeciliğin mirası olan Harkiler (Cezayirli  işbirlikçi kuşakların   çocukları) kendilerini reddeden topluma bildikleri yöntemle karşılık veriyorlar.  Elbette bunun adil olup olmaması başka mesele.  Nahda Hareketinin Lideri Raşid Gannuşi Batı’dan IŞİD’e katılımları izah ederken Batı’da tutunamayanlara işaret etmiştir.  Olay Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanının başlığını hatırlatmaktadır. İşte tam bu noktada Gazeteci Fehim Taştekin  Fransa’nın Suriye’de rüzgar ekip fırtına biçtiğini söylemiştir.  ‘Dervişin fikri neyse zikri de odur’ misali ona göre Fransa’nın Suriye’de silahlı muhalifleri desteklemesi politikasının geri tepmiştir ve yapılması gereken bu politikaları gözden geçirmek ve yüz çevirmektir. Yoksa Batı Kaide’nin öncü kuşağı Afgan Arapları tipinde Suriye Arapları adıyla yeni bir kuşakla tanışabilir.  

*

Esasında bu meseleye dar bir zaviyeden bakmaktır.  Londra’da göçmenlere karşı yürütülen ırkçı tepkilere karşı bir pankartta şu ifadeler dikkat çekmiştir: Niye  oradaysanız bu nedenle buradayız!   El Kuds el Arabi gazetesinin eski yayın yönetmeni Adulbari Atvan da tam bunu hatırlatıyor. Abdulbari Atvan  Fehim Taştekin’in söylemediği noktayı öne çıkararak Batılılara, artık Ortadoğu’ya askeri  ve siyasi müdahalelerden uzak durmalarını ve kaçınmalarını tavsiye ediyor. Batılılar sadece siyasi haritalara değil manevi haritalara da veya sınırlara da tecavüz ediyorlar. Bu şu demek:  Sadece askeri olarak Mali gibi ülkelere müdahale etmiyorlar aynı zamanda beyaz adamın hamulesi üzerinden Müslümanları evcilleştiriyor veya medenileştiriyorlar!  Rudyard Kipling'in "The White Man's Burden", (Beyaz Adam'ın Yükü) ifadesi ve yaklaşımında olduğu gibi.  İfade hürriyeti adı altında manevi değerlerini saldırıyor, Müslümanları kişiliksizleştiriyor ve bu yolla da medenileştirdiklerini varsayıyorlar.  Kutsal değerleri tezyif etmeye tahammül de Müslümanlar açısından fikir hürriyetine ve ifade hürriyetine saygı olarak takdim ediliyor.  İfade hürriyeti altında Müslümanların değerlerini linç ediyorlar. Charlie Hebdo  dergisinin malum karikatürleri yayınlaması gibi.

*

Tekrar sömürgecilik boyutuna dönecek olursak; Olaydan günler öncesinde Nijerli mevkidaşı İssufu Mahamadu'nun da bulunduğu basın toplantısında konuşan Fransa Savunma Bakanı Le Drian, "Uluslararası toplum artık Libya meselesini ele almalı. Aksi takdirde Libya’da yaşanan kaos Nijer, Fransa ve başka ülkelerin güvenliğini tehdit edebilir" ifadelerini kullanmıştır. Fransız bakan burada herhalde Batılıları müdahaleye çağıran Halife Hafter’i kastetmiş olamaz. Öyle ise kastettiği düpedüz İslami kesimi temsil eden Ömer Hasi hükümeti veya onun silahlı kanadı olarak tezahür eden Fecri Libya olsa gerektir. Şimdi buradaki mantık Şudur:  Fransa’nın güvenliği Nijer’den Mali’den başlar ve Libyalı teröristler ayrıca Fransa’yı bile tehdit ediyorlar. Saddam’ın gücünü abartan Batılılar IŞİD’i de abartmamış mıdır?  Bu güvenlik endişesini Beyaz Saray’ı tehdit edecek boyuta çıkarmadılar mı? 11 Eylül’den sonra ABD’de en fazla duyulan kelime teyakkuz/vigilance idi. Bu küresel sıkıyönetimin ayak sesleri idi. Bu teyakkuz bir mübalağa politikası idi.  Bush’un şok ve diz çöktürme (Shock and awe) politikasının boyutlarından birisiydi.  Bediüzzaman mübalağa ihtilalcidir demiştir.  Buna kısa bir ilavede daha bulunmak gerekir:  Mübalağa sadece ihtilalci değil aynı zamanda işgalcidir. Fransa’nın güvenliği Nijer veya Mali’den başlıyorsa İslamcıların güvenliği nerede başlamaktadır? İran da Suriye’ye müdahalesini, ‘ güvenliğimiz Şam’da başlıyor’ diye açıklıyor.  İmparatorluk tutkusunu kastedip güvenliği öne çıkarmış olmasınlar?  Genel olarak devletler bu tür söylemlerle durumdan vazife çıkartıyorlar. İyi de tersinden bakıldığında bu bombacıları Paris’e davet etmek olmaz mı? Nitekim Cezayirli kardeşlerin kafasını Ebu Gureyb görüntüleri bozmuş. Yani Abdulbari Atvan’ın tespitinin yerinde olduğunu görüyoruz. Ama mesele yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıktı tartışmasına kadar gider. Durum Batı Doğu ilişkilerinin tarihi kadar karmaşık.