İradenin ortaya çıkmasından akıl ve duyguların ortaklığı mevzubahistir. Her zaman eşit oranda tebarüz etmemekle birlikte, eylemi oluşturma açısından iki unsurdan birinin diğerine galebe çaldığı bilinen bir durumdur.

Akıl ve duyguların kendi başlarına iyi ve kötü olmaları beklenemez. İki unsuru da etkileyen üst değer, süreçler akıl ve duygu yoluyla iradeyi oluşturmuş olurlar.

Hayat tümden değişken veya sabit değildir. Hayatın insan tabiatıyla benzer yanları ve halleri söz konusudur. İnsanın yaratılıştan taşıdığı olumlu ve olumsuz yönlerinin kullanımı hayatı oluşturma açısından önemlidir. Cahil, aceleci, zayıf yaratılışlı insan tabiatı, üst bir değerle ölçüye yönlendirmeye ihtiyaç duyuyor. Bir başka insanı düşünme, paylaşıma girme, yatay işleyen ilişkilerin başaramayacağı durumdur.

İnsan iyilikle ve kötülük eğilimleriyle dünyaya geldiğinde aile ve çevrenin etkisiyle şahsiyetini bulma aşamasına girer. Vahiy, insan için "kopmaz halka" olarak her ortam ve zaman diliminde bir insanı dışarıda bırakmadan ortada durur, iddiasını sürdürür.

İslam insan ve toplum ilişkisini kolaylaştırıcı, bütünleyici perspektifle sağlar. İnsan ve toplum iki yönlü akışla birbirini besler... Mantık bölünmesi ve parçalı anlayışların devrede olursa, kişi ve toplumu dolayısıyla hayatı yaşanmaz içinden çıkılmaz hale getirir.

Yaşadığımız dönem bu kargaşanın açık örneği durumunda. Aklın ölçüden kopuk nefsin fısıltılarıyla inkişaf etmesi ve dikey değerlerden kopuk duyguların menfaat eksenli yürümesi sağlam bir vicdanın oluşumunu geçersiz kılıyor. Seküler akıl ve ona bağlı duyguların oluşturduğu irade, ilkeye bağlı kalmayı esaret olarak telakki ediyor.  Oysa geçmişten gelen ilkelerin ışığında çalışan iradenin yapabilirliği anlaşılır özelliklere maliktir.

İslam'ın söylemi açık ve anlaşılır olarak ortada durur ve inananları bağlar. Müslüman insan ve cemaat İslam'ın bu açık hükümlerine karşı hareket etmez, edemez. Böyle bir durumda açık sorgulama imkânını herkese tanınmıştır. Mesela ırkçılık, içerikli bir cümlede insanların "Sen Müslüman değil misin?" demeleri ilke ile bağlı olmanın ve insanlara daha mahkeme olmadan eleştiri imkânı tanıma ile ortaya çıkar.

Seküler ilişkilerin Müslüman algısına sirayetiyle gittikçe bu berraklığın zayıfladığı görülüyor. Yaşadığımız dönem insanının temel karakteri yok. Önemli bir sorun bu. Ne zaman, nerede ne yapacağı belli olmayan insan tipi çoğunluğu oluşturuyor.

Acımasız kurallarla işleyen ekonomi, şiddet içeren siyaset, insan ilişkilerinden uluslar arası yapılamayan güç merkezli algı üretiyor. Muhakeme, muhasebenin olabilmesi kıyas imkânı kıstasın işlevselliğiyle imkan dâhilinde olabilir.

Müslüman muhayyile pratik akış üzerinden beslenme oranını asgariye düşürür, karakterini "Kitap" merkezli değerle inşa ettiğinde ortaya çıkacak irade, farkı da beraberinde getirecektir. Medeniyetler benzerliklerden çok farklarıyla fark edilirler.

İslam'ın temel ilkeleri geçmişte olduğu kadar diri ve parlaktır. Müslümanlar daima, iyiliği yaygınlaştırmak, kötülüğü azaltma misyonu ile hareket ederler. Güçleri nispetinde üç yönelimle; el, dil, kalple tavırlarını ortaya koyarlar. Adaletten, hukuktan yana olan tavırlarını kalıcı kılarlar. Bu açıdan bakıldığında, ölüler bilindik anlamda "ölü" sayılmazlar. Hz. Âdem'den günümüze iyilikleriyle aramızda yaşar onlar. Bir cemaat gibi yanı başımızdadır Hz. Habil, Hz. Ömer, Hz. Ali. Onların örnek davranışları hala geçerliliğini korur. İyiliğin mevsimi geçmediği gibi, hevasına uyup haddi aşıp azgınlaşanların zamanı da değişmez.

Sonuç olarak, bizler dünyayı fitneden arındırma, adaletle hükmetme vazifesiyle sorumlu olanlar, sürekli irade kontrolü yapma durumundayız. İrademiz Kitap ile uyumlu mu? Ve birbirimizin velileri miyiz? Birbirimizi denetleyemediğimiz, bilinmeli ki dünyevileştik. İşte o zaman acı bir siren gibi. Müslüman olmayan biri, tokattan acı soruyu sorar: "Sen Müslüman değil misin?"