Irak'taki Amerikan askeri varlığı Aralık 2011 tarihinde sona erdiğinde Washington ve Bağdat, Irak'ın istikrarlı, sürdürülebilir bir demokrasi olduğunu ileri sürdü. Ancak 2006 yılından beri Irak başbakanı olan Nuri el Maliki devlete egemen olma ve iktidarına karşı muhalefeti kırmaya arayışında olduğundan dolayı sorgulanabilir bir şeydir bu. Maliki'nin kilit siyasetçileri yönetimden dışlaması, 2010 seçimlerinin temsili bir hükümet oluşturamadığının altını çizmekte, ülkeyi yükselen hizbi gerilimlere ve yeni bir iç savaşa maruz bırakmaktadır.

Amerikan çekilişi

ABD Savunma Bakanı Leon Panetta 15 Aralık 2011 tarihinde Bağdat Uluslararası Havalimanında - 2003'te Saddam Hüseyin'i deviren Amerikan liderliğindeki sekiz yıllık işgalin ardından - Amerikan güçlerinin çekilme törenine nezaret etti. 2008 yılında imzalanan Kuvvetlerin Statüsü Anlaşması tüm Amerikan askerlerinin 2011 yılı sonuna kadar ülkeden çekilmesini şart koşuyordu. Yani Irak 2012'den itibaren tam ulusal egemenliğini bir kez daha tasarruf etmeye başladı.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın ulusal güvenlik danışmanı Antony Blinken Mart ayında şöyle demişti: "Bugünkü Irak'ta yakın tarihin herhangi bir zamanında olduğundan daha az şiddet var; daha çok demokratik ve daha müreffeh." Irak'ın yakın tarihine yüzeysel bir bakış Blinken'in iyimserliğini destekler. Irak'ta 2003'ten bu yana üç genel seçim yapıldı; geçici başbakan İyad Allawi iktidar koltuğunu 2005 yılında İbrahim Caferi'ye verdi; o da 2006 yılında Maliki'ye devretti. Maliki açık ara bir sonucun ortaya çıkmadığı 2010 Mart seçimlerinde koltuğunu korudu. Uzun zaman alsa da çok taraflı barışçıl müzakereler sonucunda 2010 Kasım ayında Erbil Anlaşması imzalandı. Bu karmaşık güç paylaşımı anlaşmasına göre kabine görevleri seçimlerde iyi sonuç alan çeşitli taraflar arasında bölüşüldü ve Maliki'nin gücü sınırlandı.

Suçlanan siyasetçiler

Ancak çok geçmeden daha karamsar bir analizi destekleyecek deliller belirmeye başladı. Panetta'nın katıldığı törenin ardından Maliki'nin oğlu Ahmed'in komutasındaki Irak askerleri ve tankları Cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık Haşimi, Maliye Bakanı Rafi İsavi ve Başbakan Yardımcısı Salih Mutlak'ın evlerini kuşattı. Bu üç isim de seçimlerde Maliki'nin Hukuk Devleti İttifakı'ndan iki sandalye daha fazla kazanan Irakiyye koalisyonunun önde gelen üyeleridir. Askerler bu üçünü de geçici olarak ev hapsinde tuttular. Daha sonra Haşimi'nin üç koruması tutuklandı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi'nin ise Erbil'e gitmesine izin verildi.

Üç koruma dört gün tutuklu kaldıktan sonra ulusal televizyon kanalına çıkıp Haşimi'nin onlara para verip bir dizi suikaste ve bombalı saldırıya teşvik ettiğini itiraf ettiler. Hâkimler, Haşimi'nin tutuklanması için karar çıkardılar ve Felluce'de üç polisin daha itirafta bulunduğuna atıf yaptılar. Bu kişiler Cumhurbaşkanı Yardımcısının, İsavi'nin ve partinin kıdemli üyelerinin 2005'ten beri Felluce'de "Irak'ın Haması" denilen ölüm mangaları kurup operasyon yaptırdıklarını iddia ettiler.

Fakat çok geçmeden itirafların doğruluğu hakkında şüpheler belirdi ve siyasi amaçları ortaya çıktı. Korumalar gözaltındayken onlara işkence yapan kişiler kendileriyle röportaj yapan İngiliz Guardian gazetesine tafsilatlı bilgi aktardılar ve nasıl itirafa zorladıklarını anlatıp itirafları "saçmalık" olarak nitelendirdiler. 15 Mart'ta gelen haberler işkence suçlamalarının  doğruluğunu pekiştirdi. Korumalardan Amir Sarbut Zeydan gözaltındayken ölmüştü. Devlet yetkilileri korumanın böbrek yetmezliğinden öldüğünü iddia ettiler fakat ceset fotoğrafları vahşi muamelenin delillerini gösteriyordu.

Tek adam hâkimiyeti

Tümü de Erbil Anlaşmasına imza atmış önde gelen bazı Iraklı siyasetçiler Maliki'nin diktatörce emelleri olduğuna dair uyarıda bulunmuşlardı. Başbakan yardımcısı Mutlak,  Maliki'nin "Saddam'dan da kötü" olduğunu söyledikten sonra kovulmuş ve kabine toplantılarına katılması engellenmişti. Eski başbakan ve Irakiyye koalisyonu lideri Allawi, Washington Post'ta "ülkenin geriye giderek tehlikeli bir tek adam hâkimiyeti pençesine düşmekte olduğunu, bunun kaçınılmaz olarak diktatörlüğe götüreceğini" yazmıştı. Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Washington'a yaptığı resmi ziyaret sırasında ev sahiplerine "Irak tehlikeli bir krizle yüzyüze...tek adam hakimiyetine doğru gidiyor" demişti.

Maliki'nin diktatöryel emelleri olduğuna dair kaygılar Erbil Anlaşmasının nasıl da baltalandığına odaklanmaktadır. Bu anlaşma, savunma ve iç işleri bakanlarını Irakiyye'nin atamasına imkân tanıyarak Maliki'nin gücüne sınırlar koymayı amaçlamıştı. Ancak gelin görün ki teklif edilen adayların defalarca reddedilmesinden sonra 2011 Haziran ayında kendisinin yakın danışmanlarından Falih Feyyad'ı ulusal güvenlik bakanlığına vekaleten atadı. Ağustos ayında Kültür Bakanı Saadun Duleymi'yi vekaleten savunma bakanlığına atarken kendisi de geçici olarak iç işleri bakanının görevlerini üstlendi. Zayıf politikacıları veya kendisine bağlı kişilere makam-mevki verirken kendisi de ordu, emniyet ve istihbarat üzerindeki kontrolünü sürdürdü. Erbil Anlaşmasını ve kabine atamalarını meclisin onaylamasını talep eden anayasal şartı başarıyla atlattı. Erbil Anlaşmasının anayasal ya da yasal statüsü olmadığı için de Maliki'nin ihlallerden dolayı yüzyüze olduğu tek müeyyide meclisin güvenoyu vermeyi reddetmesiydi. Bu şık hakkında kendisine sorulan kıdemli bir meclis üyesi şöyle söylemişti: "Güvenoyu vermeyi reddettiğimiz takdirde Maliki'nin meclise çıkmamıza izin vereceğini ve vekiller bunu yapsa, umursayacağını mı sanıyorsunuz?"

Devlet gücünün gelecekte nasıl tasarruf edileceği hakkında Maliki'nin yaptığı resmi demeçler de kaygıları artırıyor. Amerikan askerleri Irak'tan çekildikten bir hafta sonra bir basın toplantısı düzenleyerek Erbil Anlaşmasını reddetti ve koalisyon hükümetinden çekilip İslamcı Şii siyasi partilere dayalı çoğunlukçu bir hükümete geçmekle tehdit etti.

Bu arada, başbakanlık makamının rol ve nüfuzu muazzam arttı: Genelkurmay Başkanı yardımcılığına Ahmed Maliki getirilerek Irak'ın tüm güvenlik hizmetlerine nezaret rolü verildi; babasının güvenliğini sağlama rolünü de üstlendi. Uysal bir yargı da ona yardımcı oldu: Başhâkim Medhat el Mahmud, Amerikan işgali sırasında kurulan (Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu, Dürüstlük Komitesi gibi) bağımsız ve güçlü kurumların doğrudan kabine gözetimde faaliyet göstermelerine hükmetti. Bizzat kabinenin zayıf ve bölünmüş haline bakınca, bu hüküm açıkça başbakanlığın nüfuzunu ve nüfuz alanını genişletmiştir.

Hâkimin verdiği bu kararın sonrasında meclis sözcüsü Usame el Nuceyfi kabineye bir mektup göndererek merkez bankasının bağımsızlığını savundu. Ancak yargı kararı bizzat meclisin yetkilerini buduyordu. 2010 yılında, Yüksek Yargı yeni bir yasamanın meclis değil ancak kabine tarafından önerilebileceğine hükmetmiş böylelikle kabinenin egemen sesi olan başbakana yasamanın faaliyetlerini denetim yetkisini vermişti.

En sonda 2012 Nisan'ında Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Ferec Haydari yolsuzluk suçlamasıyla tutulandı ve dört gün boyunca hapiste tutuldu. Halbuki Irak Yüksek Seçim Kurulu, 2010 yılında referandumlara, serbest ve adil seçimlere nezaret ettiğinden dolayı BM tarafından takdir edilmiş ancak çoğunluğu kazanamayan Maliki tarafından töhmet altında bırakılmıştı. Kurul başkanının ve bir diğer azasının yolsuzluk bahanesiyle tutuklanması açıkça kurula gözdağı verme teşebbüsüydü ve gelecekteki seçimlerin şeffaflığına ve âdilliğine gölge düşürdü.

Federal meydan okuma

Maliki'nin dur durak bilmeksizin gücü kendi elinde toplama gayretine bakınca, Haşimi, İsavi ve Mutlak'a karşı harekete geçerek ana muhalefetin, Irakiyye'nin, gücünü kırmaya çalışması şaşırtıcı değildir. Yaptığı hamlenin zamanlaması – Amerikan askerlerinin çekilmesinden hemen sonra – Irak vilayetlerinin Maliki egemenliğine tehdit teşkil eden federalizm taleplerinde yatıyor olabilir.

Irak anayasası 2005 yılında aceleyle yazıldı ve tartışmalı bir belge olma niteliğini de muhafaza etmektedir. Anayasanın nihai taslağı iki Kürt partisince zafer olarak görülmüştü. Gayeleri, 1991'den beri biriktirdikleri özerkliği korumak ve Bağdat'ın gücünü mümkün olabildiğince sınırlamaktı. Bunu akılda tutarak, yeni anayasa Irak bölgelerine yasama, yürütme ve yargı yetkisi tanımış, ulusal petrol kaynaklarından hakkaniyete uygun bir hisse talep etme hakkını vermişti. Irak'ın 18 vilayetine Bölgesel Kürt Yönetimine benzer federal güç hakkı tanınmıştı. Bir referandum için vilayet konseyinin oylaması yeterliydi.

Irakiyye siyasetçileri – özellikle Nuceyfi ve Haşimi - 2011 boyunca fark ettiler ki Maliki'nin gücünü sınırlandırmanın demokratik tek yolu yerel yönetimlerin güçlendirilmesiydi. Başbakanın buna tepkisi 2011 Ekim'inde üç vilayette (Anbar,Selahaddin, Diyala) bir dizi tutuklama dalgası başlatmak oldu ki Irakiyye oylarının ve meclis üyelerinin büyük bir kısmı bu bölgelerden gelmişti.

Tutuklama dalgası, Selahaddin ve Diyala konseylerinin daha fazla federal güç için referanduma gitme kararı almalarıyla neticelendi. Maliki için daha endişece verici olanı, güneydeki Şii Basra ve Vasit'in de aynı şeyi yapmalarıydı. Maliki, referandum yapılmaması için bir diğer baskı dalgası başlattı ve seçim kurulları üzerinde nüfuz tesis etti.

Aralık'ta, evi ırak askerlerince çevrilmeden iki gün önce, Haşimi federal hareketlere destek verdi ve vilayet vatandaşlarının merkezi hükümetin adaletsizliğini, yolsuzluğunu ve kötü yönetimini sineye çekmeyi artık istemediklerini söyledi. Bu şartlar altında, Maliki'nin Cumhurbaşkanına karşı hamlesi ve Irakiyye'nin hükümetteki rolünü kısıtlama çabaları, iktidarına yönelen tehdidi durdurma teşebbüsleri olarak görülebilir.

Daha fazla şiddet riski

Başbakanın gücü elinde toplama ve ana rakibi Irakiyye'yi marjinalleştirme teşebbüsleri Irak siyasetini ciddi şekilde istikrarsızlaştırıp 2008 yılında sona eren iç savaşı potansiyel olarak yeniden ateşleyebilir. Bağdat iktidarından kasıtlı olarak uzak tutulan çeşitli cemaatler ve siyasi partiler Maliki'yi iktidardan uzaklaştırmak amacıyla şiddet üzerinden telafi yoluna yönelebilirler.

2010 genel seçimleri büyük bir siyasi hamleyi temsil etmektedir. Saddam sonrasında yapılan ilk genel seçimler Irak'ın kuzeybatısından Bağdat'a kadar yayılan isyan sırasında 2005'te yapılmıştı. İsyancıların amacı - ve Amerikan güçlerini Irak'tan çıkarma dürtüsü – eski rejimin üyelerini ve onlarla ilişkisi bulunanların dışarıda kalacağı bir siyasi uzlaşmayı alaşağı etmekti. Uzlaşma, siyasi seferberlik için etnisite ve dini kudretli araç olarak kullanmış sürgündeki siyasetçileri de güçlendirmişti. Şiddet, dışlanma ve yabancılaşma sonucunda 2005 yılı genel seçimleri Bağdat'taki ve kuzeybatıdaki Sünni çoğunluğun az bir katılımıyla sonuçlandı. Netice itibariyle de meclis ve hükümeti Şii oylarını harekete geçiren siyasi partiler teşkil etti. Ülkeyi 2008 yılına kadar süren iş savaşa mahkum etmekte başlıca rolü bu seçim oynamıştı.

Allawi'nin Irakiyye koalisyonu 2005'te seçimleri boykot eden kuzeybatıdaki aynı Sünni seçmenleri 2010'da harekete geçirdi. Irakiyye, şiddet yüklü isyanların aksine, demokratik katılımın temsili ve duyarlı bir hükümete yol vereceğini vaad etmişti. Bu vaat, Irakiyye'nin 2,851,823 oy alarak mecliste 91 sandalye kazanmasını sağladı; Maliki'nin Hukuk Devleti İttifakı ise 2,797,624 oy alarak 89 sandalye kazanmıştı.

Bugünün sorunu, Iraklıların 2010'da vaat edildiği üzere temsili hükümete benzer bir şeye sahip olmamalarıdır. Bunun yerine, Maliki, Irakiyye siyasetçilerini iktidardan dışlama ve hakimiyet arayışını sürdürdü ve bu amaçla baskıcı tedbirlere yöneldi. O halde uzun vadeli risk, Maliki'nin emellerinin ülkeyi tekrar iç savaşa sürüklemesidir.

Kaynak: IISS (Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü)

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı