İran Cumhurbaşkanı Nejad'ın nasıl olupda İran politikasının dümenine geçtiğini kimse izah edemiyor. Kimileri suçu seçmene, kimileri de derin iradeye yüklüyor. O da zaten eleştirildiğinde ve zor durumda kaldığında, kendisinin yürütmeyi temsil ettiğini ve siyasetin genel hatlarını Hamaney'in çizdiğini, bu anlamda kendisinin tayin edilen politikaları uyguladığını ve direktifleri yerine getirdiğini, mersum yani çizilen sınırların dışına çıkmadığını söylüyor. Aslında, Nejad'ın iktidara gelmesinin kendi iradesiyle olmadığı; İran'ın siyaset değişikliğine gittiği ve bu değişiklikte birlikte vitrine uygun isim olan Nejad'ın getirildiği söyleniyor. Elbette mesele bu kadar mekanik değil ama basitleştirilerek anlatıldığında karşımıza böyle bir tablo çıkıyor. Hatemi geri kaçarken o ileri kaçıyor. Ama o bu davranışıyla yine Saddam'a benzetiliyor. Nedenine gelince: Saddam 1991'e kadar hep ileriye kaçmıştı. İran'la ilişkilerinde, ABD ile ilişkilerinde ve bölgeyle ilişkilerinde hep ileriye kaçmış ve bunun sonucu olarak kolu kanadı budanmıştı. 1991 yılından itibaren hep geriye kaçıyordu. Ama geriye kaçması ona yardımcı olmadı. Bu durumu geriden geriye seyreden İranlılar da geri kaçma siyasetinin fayda vermediğini gördüler ve bu defa ileriye kaçmayı denediler. Ama tam Bush da bu defa ileriye kaçma durumundaydı ve bu ileri kaçanlar yolda birbiriyle çarpışabilirlerdi. İleriye kaçan Saddam 1991 yılında Kuveyt darbesini yedi. Geriye kaçan Saddam 2003 yılında Bağdat'ta canevinden vuruldu. 2007'nin Nejad'ı 1991'in Saddam'ı gibi ileriye kaçıyor. Ama her iki politikanın da fayda vermediği bittecrübe sabit olmuş bulunuyor. Peki Nejad'ı vitrine çıkaran İran'ın hikmeti hükümeti nedir? Kimileri İran'ın geleneksel siyaseti olan uyanıklığa çok önem veriyor. Hasbi değil de hisabi giderse birçok vartayı atlatabileceğini düşünüyor. Bu, prağmatizm veya yerine göre makyavelizmin yeğlenmesidir. Buna Emevi politikası demek de mümkündür. Ali Şeriati bu politikanın araçlarına ve malzemelerine,' zer, zor ve hile' der. Arapların 'digsan ala ibale' dedikleri gibi bir saçayak. Hakikatın yerini almış üç unsur. Para, zorbalık ve hile. Birisi geldiğinde diğerlerini de peşinden sürüklüyor. Bununla birlikte, bu poliktikanın menzili kısadır. Muayyen bir müddet sonra geri teper ve duvara toslar. Yani çıkmaz sokaktır. Daha doğrusu imtihan gereği her sistemin kendisine göre başarıları veya başarısızlıkları vardır. Her sistemin de ricali yani adamları vardır. Her sistemde çalışanlar da vardır onlar üçüncü sınıfa dahildirler. Reca Bin Hayeve'nin tanımladığı gibi mesela Ömer Bin Abdulaziz Emevi olmasına rağmen hakikat damarını temsil eder. Buna mukabil nice kendisini Emevi karşıtı olarak gören vardır ki hakikatte yani sıfaten bir Emevidir. Zer, zor ve hile politikasının uygulayıcıları makyavelistlerdir. Bu politikanın kısa metrajlı olduğunun bir ifadesi de İslam tarihi içinde en kısa saltanat devrimin (80-90 sene ile) Emevilere has olmasıdır. Keskin sirke küpüne zarar misali Emevi iktidarı kendisini yiyip bitirmiştir.Bundan dolayı siyaset saflık yani kullanılma kaldırmayacağı gibi uyanıklık yani kullanma da kaldırmaz. Zira zor oyunu bozar. İnsan maksadının aksiyle tokat yer. Bu anlamda, yumuşak siyasetçi ile sert siyasetçi de suistimale yani kullanıma açıktır. Yönlendirme ve manipülasyona musaittirler. Yumuşak olan idarecilerin erkini ve yetkisini çevresi; ailesi ve yakınları kullanır. Bu idareciler iktidar erkinde boşluk doğururlar. Bu da, vekalet alanı ve sistemi oluşturur. Bu defa yönetilenler öfkelenirler. Yönetici bu durumda yakınlarıyla(melei) halkı arasında kalakalır. Buna mukabil, sert idareciler de tabasbusa ve riyakarlığa yol açarlar. Yüzüne gerçekleri söylemek mümkün değildir. Bu da ayrı bir zaaf noktası oluşturur. Yanlış da olsa kendi bildiğine gider. Bir başka kusuru da düşmanları tarafından öfkelendirilerek çabuk münipüle edilmesi ve gaza gelmesidir. Sert idareciler daima öfkelerine yenilebilirler. Onları da dostları değil düşmanları yönlendirir. Dostlarını dinlemezler ama düşmanlarının yönlendirmesine gelirler. Bu kabil idarecilere laf anlatmak deveyi hendekten geçirmekten zordur. Bu tip idareciler tahriklerle kontrollerini kaybederler, raydan çıkarlar ve yanlış kararlar verirler. Otoriter olduklarından çevreleri de onlara söz geçiremez. Sert ve yumuşak pliktikacılar madolyonun iki yüzüdür. Yumuşak olanı ipleri ellerinden kaçırır. Diğeri ise iktidarı kavramak için çevresini kullanır. Asabiyet alanı oluşturur. İkisi de melesiyle yani nomenklatura (baskın sınıf) sistemi ile ayakta kalır. Firavunlar ve Sovyet sistemi buna birer örnektir. Kararlı olmakla, sert olmak birbirinden farklıdır. Kararlı olmak Hazreti Ömer veya Yavuz Sultan Selim gibi idarecilerin ortak seciyyesidir. Ama bunun sertliğe varan yönünü de Saddam Hüseyin temsil etmiştir. Dolayısıyla, yumuşaklık, sertlik ile saflık ile uyanıklık arasında daima orta bir mertebe ve vasatiyet yani itidal noktası vardır. Bu orta noktaya üst siyaset diyoruz. Üst siyasetin mektebi veya yazılı kuralları loktur. Onu sağduyu besler ve yönlendirir. Buna hikmeti hükümet veya Arapların deyimiyle hünke derler. Tecrübenin bilgi ve sezgiyle birleşmiş halidir. Dağınık bilgiyi tanzim eden metodolojidir. Buna bilimler felsefesi de diyoruz. Biraraya gelmeyen ve ortak noktaları tespit edilmeyen yani sistematize edilmeyen bilgi anarşik bilgidir. Bunu yararlı hale getiren metodolojidir. Damıtılan yararlı bilgiye biz üst bilgi diyoruz. Bunun isimlerinden birisi de hikmettir. Cenabı Hakkın isimlerinden birisi hekim'dir. Bu anlamda hikmetle donatılmış kimselere Abdulhekim veya hekimü'l İslam da denilmektedir. Batı'daki karşılığı weisman'dır. Üst bilgi olduğu gibi üst siyaset de vardır. Araplar da buna siyasette akil adam manasında es siyasi el mühennek derler. Üst bilgi, üst siyaset oldjğu gibi bir de üst dil vardır. Bu da hukemanın dilidir.