Ulusalcılık takıntısı olmasa aslında Nilgün Cerrahoğlu iyi bir dış politika gözlemcisi. Ya da yabancı basını iyi takip ediyor ve Levant’ın nabzını iyi tutuyor. Lakin mesele ulusalcılık bağlamına gelince kırık plak gibi tekrara düşüyor ve ezbere takılıyor. Kısır döngüye saplanıyor. Taraf yazarlarından Sezin Öney de yine ufuk açıcı yazılarıyla farkını ortaya koyuyor. Türk basınında farklı bir noktayı ve çeşitliliği temsil ediyorlar. Sezin Öney ‘Medya ve dekadans’ başlıklı bir yazı kaleme almış ve İtalya özelinde Batı’daki ahlaki çöküntüden ve izmihlalden bahsediyor. Hep şöyle bir değerlendirmem vardı: Avrupa Sarkozy ve Berlusconi gibi liderlerle yoluna devam ederse ne zaman çöker ve sekteye uğrar? Batı’nın sistemine çok güvenenler insan unsurunu çok gözardı ve ihmal ediyorlardı. Batı çökmez gibi geliyordu onlara. Sistem önemli ancak insanla kaimdir. İnsan da ahlakla kaimdir. Bilgi ve beceri de mütemmim ve tamamlayıcı unsurlarıdır. Mısır’ın Mehmet Akif’i sayılan Ahmet Şevki’nin bu hususta Şevkiyat’ın da çok veciz bir kıtası var: Ve innema’l ümemu el ahlaku ma bakiyet/ Fein humu zehebet ahlakuhum zehebu Ahlak kaldıkça milletler vardır ahlak gittikçe milletler de gider…
Sezin Öney’in de ifade ettiği gibi Roma, ahlakı kalmadığı için çökmektedir. Fransa ve İtalya gibi ülkeler çoktandır ticarethane ve şirket gibi yönetiliyordu. Arap ve İslam ülkeleri ise henüz şirket aşamasına bile gelememiş ülkeler. Çiftlik anlayışıyla yönetilmekteydiler. Bununla birlikte ahlaki açıdan Kaddafi ile Berlusconi gibi liderler arasında hiçbir fark kalmamıştır. Zaten ahlaki açıdan ‘hedonist kardeşler’ veya kanka idiler. Bu nedenle Arap dünyasının seçilmişleri ve darbecileri yıkılırken Batı’nın da seçilmişleri yıkılıyor. Yıkılmalarındaki temel neden de ne atanmışlık ne de seçilmişliktir. İkisini de esir alan yozlaşmadır. Mısır, Suudi Arabistan ve Libya gibi ülkeler ve onun ötesinde İtalya çoktandır Sovyetler gibi gerontokratlar yani ihtiyarlar tarafından yönetilmektedir. Onun ötesinde Libya ve İtalya’yı kasıp kavuran sübyancılık ve benzeri ahlaki düşüklüklerdir. Ruby adıyla anılan reşit olmayan Faslı kız meselesi Berlusconi’nin sübyancılığına dair bir delil olarak alınırken Kaddafi’nin de uyuşturucu ve fuhuş alemlerinin baş müdavimi olduğu iyice gün yüzüne çıkmış durumda. Şarkta ve garpta bir nevi ülkeleri sübyancılar yönetiyor.
Kaddafi Amazonlarıyla birlikte anılıyordu. Bunları odalık olarak da kullanıyormuş. Fransız Le Monde gazetesi 15 yaşında ailesinden koparılan Safiye adlı kızın Kaddafi tarafından iğfal edilişinin ve seks kölesi olarak kullanılışın hikayesini anlatıyor. Berlusconi’nin Ruby’sine mukabil Kaddafi’nin Safiye’si. Hatta Kaddafi’nin Amazonlarını Afrikalı liderlerle teati ettiği de yine anlatılan detaylar arasında. Kaddafi’nin özel aşçısı Faysal da İngiliz basınına benzeri hikayeler anlatıyor. Bunlardan en tiksindiricisi üniversitelere konferansa gittikten sonra gözüne kestirdiklerini kendisine alıkoymasıdır.
*
Ülkelerin yıkılmasında en temel mesele ahlaksızlıktır. Ve bu yönde tüy dikme becerisidir. Sözgelimi, İtalya'da Silvio Berlusconi'yi yuhalayanlara Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanı Maurizzio Sacconi orta parmağını gösterdi. Sözün bittiği yer olduğu gibi ahlakın bittiği yer de bulunuyor. Akif’in deyimiyle bunlar, “Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi;/Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi!” tipli liderlerdir. Kızarmaz yüz işte böyle olur. Kendisini Hazreti İsa ve Napolyon ile kıyaslayan İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi dünyanın en popüler lideri olduğunu söylemişti. Kaddafi de kendisini Çöl tilkisi Rommel’e benzetirken ve ona vekaleten İtalyan biyoğrafi yazarı Mirella Bianco da onu ‘ çöl peygamberine’ benzetiyordu. Sahte peygamber deseydi tam isabet ederdi. Kaddafi ‘Çölün resulü’ olduğunu söylüyor ve muarızlarını da zındıklıkla suçluyordu (Bir Çöl Mesajcısı: Mirella Bianco, s:298 ).
Adamlar sadece kendilerini kirletmekle kalmıyorlar aynı zamanda zamanların aşındıramadığı insanlık abidelerini ve peygamberleri de kendilerine benzeterek kirletmeye çalışıyorlar.
Kanada’da yaşayan Suriyeli yazar Halis Çelebi, Şam Baharı ile birlikte Suriye halkının ahlaken yeniden doğduğunu yazdı. Ahlak olmadan kalkınma da olmaz. İtalyan halkı da şirketlerini iyi idare ediyor diye ülkelerini de iyi yöneteceğine tamah ederek 10 yıl boyunca Berlusconi’nin peşine takılmışlar. Daha doğrusu kurbanı oldular. Uyanık Berlusconi basını da arkasına alarak halkını tavlamıştı. Daha doğrusu aldatmıştı. Halk da bu aldatmaya prim vermiş ve Berlusconi’nin peşinden giderek iflasın eşiğine gelmişti. The Economist sayıları üzerinden Berlusconi’nin seyrü seferini veya sicilini çıkartanlar oldu. Sözgelimi, 2003 yılında Tle Economist Berlusconi’yi kapağa taşımış ve şu başlığı kullanmıştı: Why Sılvio Berlusconi ıs unfit to lead Italy : Silvio Berlusconi İtalya’yı yönetmeye niye uygun değil? Dergi böyle yazsa da İtalyanlar uygun görmüşler bir kere.
Maalesef şarkta ve İslam dünyasında müstebit liderlere mukabil Batı’da da teflon liderler halka musallat olmuştur. Bush’lar ve Thatcher, Blair, Berlusconi bu tip liderlerdendi. Rezil oluncaya kadar iktidara yapıştılar. Berlusconi gibi liderleri tanımak için kahin olmaya gerek yok. 11 Eylül’den sonar Batı medeniyetinin İslam medeniyetini yendiğini söylemişti. The Economist dergisinin uzak görüşlülüğü bile İtalyan halkını aydıramamıştı. Sonunda, belki de bu defa The Economist İtalyan halkına bakanları gibi orta parmağını göstermese bile yanlışın bedelini kapak konusu ile gösterdi: The man who screwed an entire country. The Berlusconi era will haunt Italy for years to come. Bütün ülkeyi batıran adam. Berlusconi’nin lanetli yılları İtalyanların gelecekte de peşini bırakmayacak. Yani geride İtalyan halkına tam bir enkaz bırakıyor. Onun için olsa gerek ‘attığımız kazığı zor çıkarırsınız’ mealinde bir de halka orta parmak gösteriyorlar. Tam isabet! Kaddafi gibi Berlusconi de tarihe şan verdiğini düşünüyordu. Lakin geride nükteleri kalacak. Bunlardan bazıları şöyle: Boş vakitlerimde başbakanlık yapıyorum. Merkel sönmüş volkana benziyor.
Avrupa Birliği’nin şaşalı ve parlak günlerinde rahmetli Durmuş Hocaoğlu yanlış bir nakaratı tekrarlıyor ve milliyetçi kesimlerin kulaklarına hoş gelen bir biçimde Avrupa Birliği’nin yeni Roma olacağından dem vuruyordu. Amerikancılarla kimi Avrupacılar kimin Roma olacağına dair bahse giriyorlardı. Şimdi ise Titanik gibi batıyorlar. Kimi ulusalcılar AB tehlikesini büyüttükleri gibi ABD tehlikesini de büyütüyorlar. Ya kolaycılıktan ya da işlerine öyle geliyor. Ya da basiretleri bağlanmış. Roma yeniden kurulmuyor aksine çöküyor.