Geçen hafta ABD'nin Ortadoğu'daki gücünün sınırları görüldü. İsrail'in Suriye'yle görüştüğünün ilanıyla birlikte, İran, Türkiye, Araplar, Hamas, Hizbullah ve İsrail şu an tek ortak özellik sergiler durumda: ABD'nin nasihatlarını reddetmek
Lübnan'daki yakıcı siyasi krizi çözen Doha anlaşması, Ortadoğu'yu yeniden tanımlayan yeni siyasi güç denkleminin son örneği. Hem yerel hem küresel güçleri yansıtıyor ve Soğuk Savaş sonrası dünyasının, en azından Ortadoğu'da neye benzediğine dair bir görüntü sunuyor.
Göründüğü kadarıyla işleyen çeşitli dinamikler var, fakat biri öne çıkıyor: ABD'nin küresel gücünün aleni sınırlarına, çeşitli bölgesel güçlerin (Türkiye, İsrail, İran, Hizbullah, Suriye, Hamas, Suudi Arabistan) ataklarına ve bir arada var oluşlarına tanık oluyoruz. Yerel güçler aynı anda mücadele ve müzakere eğiliminde, son noktada da bağnaz savaşlar yerine akılcı tavizleri tercih ediyorlar.
Doha anlaşmasını İran destekli Hizbullah'ın ABD destekli 14 Mart ittifakına karşı zaferi diye nitelemek basite kaçmak olur. Doha, Arap dünyasında yerel hasımların iktidarı paylaşıp ortaklaşa karar almak yönünde resmi anlaşmayla neticelendirdiği, ABD, İran, Suudi Arabistan ve Suriye gibi yabancı patronlarla yakın ilişkileri de sürdürebildiği ilk somut örnek. Muhtemelen başarılı olacak, çünkü taraflar barış içinde birlikte yaşam için taviz gerektiğini biliyor. Bu anlaşma genelde bölgedeki ABD-İsrail politikalarına güç katan yanıltıcı bağnazlığın değil, demografik ve siyasi gerçekliğin tavında dövüldü.
Bu ABD için yenilgiden ziyade bir beraberlik anlamına geliyor. Son yıllarda Ortadoğu'yu belirleyen en güçlü dürtüye, yani bireylerin, siyasi hareketlerin ve bazı hükümetlerin ABD, İsrail ve onların Arap müttefikleri karşısında ret, direnme ve bazen de savaşma isteğine somut bir siyasi biçim kazandırıyor. 2004'ten beri ABD Lübnan'ı, Hizbullah ve başka bölgesel İslamcıların yenileceği savaş alanı olarak tekrar tekrar ve hevesle seçiyor. Fakat şimdi ABD bu güçlerle aynı bakanlar kurulu masasının etrafında, yenilmiş hasımlar değil, birlik hükümetinin ortağı olarak karşılaşmak zorunda. Hizbullah ve Hariri öpüşürken afallayan Dışişleri Bakanı Rice egzersiz bisikletinden düşmemeye dikkat etsin.
ABD Ortadoğu'da yavaş öğreniyor; bölgenin vücut dili tuhaf, tarihsel belleğin gücü akıl almaz ve müzakere teknikleri başka bir gezegenden gelmiş gibi. Fakat ABD aptal d değil. Sürekli yamanan patlak bir lastiğin bir gün artık dikiş tutmayacağını ve yenisinin alınması gerekebileceğini öğreniyor. Şu an Ortadoğu'da İsrail-Amerikan kanadıyla Arap-İslamcı milliyetçilik arasındaki ideolojik mücadelede beraberlik yaşanıyor ve taraflar yeni kazanımlar için politikalarını gözden geçirebilir.
Ancak bu hafta ABD'nin bölgedeki gücünün sınırını gösteren en önemli olay Lübnan değil. ABD'nin kendini nasıl marjinalize ettiğinin en gerçek tezahürü İsrail'in tavrı. ABD İsrail'i iki yıldır iki şey için sıkıştırıyor: "Suriye'yle masaya oturma, Hamas'la temas kurma." Peki ya İsrail ne yapıyor? Türkiye aracılığıyla Suriye'yle akıllıca müzakereler yaparken, Mısır'ın arabuluculuğunda Hamas'la ateşkesi görüşüyor. Dur Condi, daha da kötüsü var. Yaklaşık 5 milyon Arap, İranlı ve Türk ABD'yi görmezden gelip hiçe saydığında bu Washington'da pek önemli bir mesele değildir. Fakat Ortadoğu'nun yegâne demokrasisi, ABD'nin ebedi müttefiki ve faşizme, totaliterliğe, Nazizm'e, komünizme ve terörizme karşı modern mücadelenin kalesi İsrail hiçe sayarsa, bunun haber değeri vardır.
Velhasıl Ortadoğu'da nadir bir an yaşıyoruz: İran, Türkiye, bütün Araplar, Hizbullah, Hamas ve İsrail... Hepsi tek, bir tek ortak özellik sergiliyor: ABD'nin nasihatlerinı ve
tehditlerini sürekli reddediyorlar. Ortadoğu'daki siyaset oyununun yeni kurallarını şu an bölgenin kilit aktörleri yazıyor - ve buna olsa olsa sevinilir.
Kaynak: Radikal