Geçen on gün zarfında Missouri, Boston ve Philadelphia’da uzmanlarla, gazetecilerle ve kamuoyuyla buradaki tartışmalara hâkim olan ifade özgürlüğü, Amerikan anayasasının basın ve ifade özgürlüğüne getirdiği garanti gibi konularda görüş alışverişinde bulunmak üzere birkaç seminer ve üniversite dersine katılmam benim için çok etkileyici ve öğretici oldu. Belli başlı köşe yazarları, uzmanlar, politikacılar ve sıradan Amerikalılar – Salı günü BM’de konuşan Barack Obama’nın izinden giderek – birbiriyle ilişkili iki meseleyi vurgulamak için kolları sıvamışlardı: İfade özgürlüğünün Amerikan değerlerindeki merkezi yeri ve dünyadaki Müslümanların - özellikle de küçümseyici ve kasıtlı olarak kışkırtıcı filme karşı gösteri düzenleyenlerin - ifade özgürlüğüne intibak etmeleri gereği.
İfade özgürlüğü tartışması etkileyici ve önemli bir tartışmadır fakat bu vakada korkarım ki tartışılacak yanlış meseledir çünkü dünyada tanıdığım herkes özgürce konuşulması, meseleler hakkında görüş serdedilmesi üzerinde mutabıktırlar. Çoğu Amerikalının söylediklerinin tınısına bakınca, yapıyor olmamız gereken gerçek tartışmanın ifade özgürlüğü olmaması iyi bir şeydir. Gerçek tartışma, küresel davranış / hareket kurallarını kimin belirlediği hakkında olmalıdır zira ifade özgürlüğüne bağlılık ve mukaddes peygamberinize saldırılmaması arzusu her ikisi de makul duruşlardır.
ABD’deki tartışmalardan neşet eden ve dile getirilmeyen varsayım, peygamberlerine saldırılmasına öfke duyan Müslümanların büyümeleri, modern olmaları ve herkesin herkese ve her gruba karşı her şeyi söylemesine izin veren mutlak ifade özgürlüğünün sinir bozucu taraflarıyla yaşamayı öğrenmeleri gerektiğidir. Bu miras, Amerikalılara ve diğer Batılı demokrasiler iyi hizmetlerde bulunmuştur. Bireyin özgürlüğü bu ülkelerde en yüksek değerdir ve ne pahasına olursun olsun savunulmalıdır.
İyi de dünyada milyarlarca insan bu standartlardan taraf olmuyorsa ne yapmalıdır? Dünyada milyarlarca insan gerçekte bireysel özgürlüğü başlıca siyasi ve ulusal değer olarak görmemektedir; bunun yerine, komünal/müşterek saygıyı, en önemli kolektif, ferdi ve milli değer olarak görmektedirler. Dünyada çoğu insan, ortak hayır ve toplumsal mukaveleden hâsıl olan bir kolektif refah lehine bazı bireysel özgürlüklerde kısıntı yapan toplumlarda yaşamaktadırlar.
Hayata ve topluma karşı hangi yaklaşımın daha doğru olduğu hakkında bir tartışma değil bu; her ikisi de ilgili toplumlar için uygundur. Tartışma, bir toplumun diğer bir toplumu değişime ve intibaka zorlayıp zorlayamayacağı hakkındadır. Durum şu: Amerikalılar dünyaya ABD’nin ifade özgürlüğü değerinin, diğer halkların değerlerine baskın çıktığını söylüyorlar. Amerikalılar diğer halkların peygamberlerine, dinlerine saldırmakta özgürdür ve diğer halklar- bu vakada Müslümanlar – incitici, tahkir edici veya aşağılayıcı gelse bile bu durumla yaşamayı öğrenmeliler. Amerikalılar bu değerler zincirinin tek yönlü çalıştığını da görüyorlar elbet; bundan dolayı da Amerikan (Fransız, İngiliz veya Batılı başka bir tarzı) tarzını kabul etmek zorunda kalan diğer halkların değerlerine intibak etme ve bu değerlerle birlikte yaşamayı öğrenmeye ihtiyaçları yok Amerikalıların.
Bir ülkenin, kendi ilkelerinin diğer halkların hissiyat ve değerleri üzerinde öncelik sahibi olduğunda ısrar etmesi, işte bu beni entelektüel yahut kültürel sömürgeciliğin esaslı bir tanımı olarak sarsıyor. Merak konusudur: Bu denklemin temeli nedir? Bir ülkenin kendi iradesini dünyaya dayatması için ne lazımdır? Büyük bir nüfus mu? Daha büyük bir GSMH mı? Devasa bir ordu mu? Amerikalılara bu soruları sorduğumda ya konuyu değiştiriyorlar yahut da sömürgeci zihniyetin daha derin membalarına geri dönüyor, Amerikan tarzının daha iyi olduğunu, tüm insanların özgürlüğü arzuladıklarını, dünyada tüm göçmenlerin Amerika’ya gelip burada yaşamak istediğini ve hepsi de doğru başka argümanları mırıldanıyorlar ancak bir ülkenin diğer toplumlar üzerinde hâkimiyet kurabileceğine nasıl karar verdiği hakkındaki sorumu havada bırakıyorlar.
Amerikalılar kızgın; anlaşılabilir bir şey bu çünkü yurtdışındaki bazı tesislerine saldırı düzenlendi ve dört Amerikalı yetkili teröristlerce öldürüldü. İfade özgürlüğü tartışması ve bazı göstericilerin şiddete sapması el ele gidecektir. Muhtemelen bir çözümü de olmayacaktır ta ki daha önemli ama basit şu meseleyi ele alacak kapasiteye varana dek: Küresel kuralları kim yazmaktadır?
Bu hafta ifade özgürlüğünü konuştuk; gelecek haftalarda cinsiyet yahut serbest ticaret, uyuşturucu, evlilik ve daha düzinelerce meseleyi konuşacağız ki dürüst ve namuslu insanlar bu konular üzerinde mutabık kalmayacaklardır.
Kaynak: Agence Global
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı