Olaylar bazen o kadar yavaş gelişir ki ortalama bir gözlemci gözde kaçırır. ABD’nin İran karşısındaki duruşunda yavaşça yaşanan evrim böylesi bir şeydir. İlkbahardan bu yana iki önemli gelişme yaşandı: Washington, İran meselesinin kontrolünü, ABD’yi savaşa ittiren İsrail’in şahin başbakanı Netanyahu’nun elinden almış görünüyor; ve İran’la müzakerelerin gerçekçi ve ulaşılabilir amaçları hakkında Amerikan  müesses nizamının zirvelerinde esneklik olduğu algılanıyor ki İran’la müzakereler, İran’la ilgili endişelerde ABD ve İsrail’in başlıca meşgalesi olan nükleer dosyanın ötesindeki meselelere de aynı anda hitap etmeyi gerektirmektedir.

Son yıllarda ABD ve İsrail’de İran’ı itaat ettirmek için onu bombalamakla ilgili hafifmeşrep ve şovence  konuşmalar yerini yavaşça bu saldırının gerçek mâliyeti ve neticeleri hakkındaki keskin bir farkındalığa bırakıyor. Ortaya çıkan yeni tını, İran’ın uranyum zenginleştirmeye devam ettiğini ve nükleer yakıt üretme kabiliyeti kazandığını, mevcut müeyyidelerin veya saldırı tehdidinin bahse değer bir caydırıcılık üretmediğini kabul ediyor. İran’a askeri saldırı, nükleer araştırma programını birkaç yıl geciktirecek ama sona erdirmeyecektir diyor uzmanlar.

ABD’deki rasyonel bir değişim işareti, İran’a saldırının artı ve eksilerinin ciddi bir şekilde değerlendirilmesidir ki ABD ve İngiltere 2003’te Irak’a saldırmaya karar verdiğinde böyle bir egzersiz yapılmamıştı; Irak savaşının feci sonuçları olmuştur ve dünya bu pervasız girişimin bedelini ödemeye devam etmektedir. (Bu arada, Esad rejimiyle savaşmak üzere Suriye’ye giden selefilerden dolayı mutsuzsanız, George W.Bush ve Tony Blair’e Sovyetlerin Afganistan’ı işgal etmesinden sonra bu kez  Irak’ta niçin böyle bir mıknatıs, selefi militanları ve teröristleri eğitme ve ihraç merkezi  yarattıklarını sormalısınız.)

Daha rasyonel bir tartışmanın iyi bir örneği geçenlerde yayınlanan bir rapordur. Önde gelen bir grup Amerikalı eski yetkili ve ulusal güvenlik profesyonelleri, Amerikalılar ve İranlılar arasında daha resmi temasları teşvik için 2002’de New York’ta kurulan bağımsız İran Projesi himayesinde “İran’a karşı Askeri Saldırının Fayda ve Maliyetlerini Tartmak” (Weighing the Benefits and Costs of Military Action Against Iran) başlıklı çalışmayı hazırladılar.

Rapordaki saygın yazarlar (Thomas Pickering, Paul Volcker, Ann-Marie Slaughter, Nicholas Burns, Zbigniew Brzenzski, Lee Hamilton, General Anthony Zinni ve diğerleri) bir politika önerisi getirmiyor ve İran’a askeri saldırının beklenen mâliyetini, faydasını ve neticelerini serdediyorlar sadece. Bu rapor, hem ortaya attığı esaslı meselelerle hem de, belki daha önemlidir, İran’a saldırı şıkkı hakkında ciddi bir ulusal tartışmayı teşvikteki ısrarıyla önemlidir. (Raporun başındaki Abraham Lincoln iktibasını özellikle beğendim: “Halka sağlam bir inancım vardır. Eğer hakikat anlatılırsa, herhangi bir ulusal krizi yenmek için onlara güvenilebilir. Önemli nokta, onlara asıl gerçeği bildirmektir.” Bu alıntıyla Amerikan halkının İran hakkında asıl gerçekleri bilmediği söylenmek istenmiş sanki.)

Bu ay boyunca Amerika’daki tartışmalarıma dayanarak hissettiğim şu ki Amerika’nın İran’a karşı tutumu yavaş ama önemli bir değişim geçirerek İran’ı nükleer silah üretmekten men etmek gibi meşru bir amaç doğrultusunda en iyi yolun diplomasi olduğu noktasına doğru seyrediyor. Bu görüşü en iyi ifade eden sözler, eski büyükelçi ve eski dışişleri bakanlığı yetkilisi Nicholas Burns’tan geldi. Burns, Bush ve Obama dönemlerinde İran politikası üzerinde çalışmıştır ve Harvard Üniversitesinde hocalık yapmaktadır. Takdire şayandır, hem içerideki özel sohbetlerinde hem de dışarıda aynı şeyleri söylemektir ve üzerinde düşünmeye değer can alıcı şeyleri dile getirmektedir.

Birincisi, Amerikan başkanı “Washington ve Tahran arasında doğrudan bir kanal oluşturmalı ve tüm meseleleri masada bire bir ve uzun uzadıya görüşmeye başlamalıdır. ABD, otuz yıldır yapmadığı esaslı ve aralıksız görüşmeleri hedeflemelidir.”

İkincisi, eğer diplomasi ve müzakereler işe yarayacaksa ABD masaya “ilk kez” “kapsamlı teklifler” koymalıdır.

Üçüncüsü, Burns, ABD’nin İran meselesinin kontrolünü İsrail’in elinden alması gerektiğini hissediyor-- hem Washington’a daha fazla bağımsızlık vermek için hem de İsrail’in ana çıkarlarını korumak için.

Bu konuyla ilgili çoğu Amerikalı gibi o da bir gün ihtiyaç duyulabilir diyerek askeri gücün bir şık olarak iptal edilmemesi gerektiğini söylüyor. Ancak Burns gibi siyasi seçkinler arasındaki metin tiplerin tüm tarafların kaygı duyduğu meselelerde uzaktan İsraillilerin yönetmediği esaslı ve doğrudan üst düzey müzakere ihtiyacını vurguladıklarını işitmek ferahlatıcı oluyor.

Pek çok Amerikalı İran’a karşı savaşa muhalif ve Obama yönetimi ve de siyasi seçkinler, dış politika amaçlarına savaşla değil diplomasiyle ulaşmanın tercihe şâyan olduğunu artık hissediyorlar. Ferahlatıcı bir değişim bu.

Kaynak: Agence Global

Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı