Çivi çiviyi söker misali bir şeyin zehiri de panzehiri de kendisindendir. Bu anlamda Mısır'da Moğolları durduran ve püskürten Muzaffer Kutz ve Baybars gibiler için öyle söylenmiştir. Din ile modernizm alanında kafa yormuş düşünürlerden birisi Ali Şeriati'dir. Lakin her dönemin bir modernizmi veya modernist anlayışı vardır. Ekber Şah, modernizmi ve zamanı esas alarak dini ve etki alanını sınırlandırmak istemiştir. Referans olarak din yerine zamanı koymuştur. Ve bununla yetinmemiş modernist bir din vücuda getirmek istemiştir. Batı'da da Aguste Comte veya Hegel bir benzeri yapmak istemiştir. Hegel modernizm karşısında yetersiz kalan dinin yerine felsefeyi ikame etmek istemiştir. Bu; zaman ve modernizm ile din ilişkisine dair söylenen en güzel ifadelerden birisi İskilipli Atıf Hoca'ya aittir: İslam asri (modern) değil, a'saridir demiştir. Yani bütün zamanların modernizmidir. İşte bütün zamanların modernizmi olan İslam'ın bu yönünü açığa çıkarmak isteyen Faslı düşünür ve alimlerden Taha Abdurrahman, Ruhu'l hadase/ Modernizmin ruhu adıyla bir eser telif etmiş. Bu eser akla Ali Şeriati'nin Dine Karşı Din kitabını getiriyor. Zira Taha Abdurrahman kitabında modernizmin panzehirinin İslam modernizmi olduğunu işliyor. Kur'an-ı Kerim'in Hazreti Peygamber tarafından yorumunu bir modernizm olarak gören Taha Abdurrahman bu nebevi yenilenme ve modernizmin günümüze aksettirilmesi gerektiğini düşünmekte ve savunmaktadır. Ona göre, esasında Hazreti Peygamberin yaptığı zamanlar üstüne çıkmaktır. Lakin sonraki nesiller selefe tabi olma adıyla taklide kapılmışlar ve bu ruhu kaybetmişlerdir. İşte bu ruhu yeniden canlandırmak gerekiyor. Ona göre Müslümanların hayatında ve tarihinde iki taklit dönemi vardır. Birincisi, selef adına yapılan taklit dönemidir. İkincisi de modern asırlarda Batı taklitçiliğidir.

*

Esasında, modern taklitçilik dediği şey de Yunan taklitçiliğinin bir devamıdır. Yunan taklitçiliği ile birlikte Mutezile gibi akımlar doğdu ve bu akımlar Kur'an ve İslamı beşerileştirmek ve arzileştirmek istediler. Geçmişte Mutezile'nin yaptığını bugünün modernistleri ensene, aklene ve erhene kavramları etrafında yapmak istemektedirler. Bu kavramların tekabül ve ifade ettiği husus, beşerileştirme, aklileştirme ve tarihselleştirmedir. Geçmişte Mutezile imamları Kur'an mahluktur diyerekten onu beşerileştirmeye çalışmışlardı. Günümüzde de Taha Abdurrahman'ın adlarını zikrettiği yeni Mutezile öncüleri veya modernistler veya Batı taklitçileri de yine Kur'an-ı Kerim'e yönelik hürmeti kırmak istemektedirler. Taha Abdurrahman bunların adlarını da zikrediyor. Muhammed Arkun, Abdulmecid Şerefi, Yusuf Sıddik, Nasr Hamid Ebu Zeyd, Tayyip Tizini ve Muhammed Şahrur. Onlar Kur'an hakkında azim, kerim, hakim ve mübin gibi sıfatları zaid görüyorlar. Kur'an ve Sünnet kaynaklı ilahi, vahyi ve uhrevi boyutları beşeri, akli ve dünyevi boyutlara indirgiyorlar ve hapsediyorlar. Dolayısıyla Mutezile'nin geçmişte denediği Yunan taklitçiliğini onlar Batı taklitçiliği olarak sürdürüyorlar. İslamiyeti böylece sekülerleştiriyorlar. Taha Abdurrahman, bu takliktçilere hazır yiyiciler nazarıyla bakıyor. Zira, üretmiyorlar sadece taklit ediyorlar. Daha önce Müslümanların halef ve müteehhirin kısmı selef sofrasının hazır yiyicileri iken ve tüketiciler konumunda iken günümüzün modernistleri de Batının sofrasından hazır yiyorlar. Dolayısıyla onlar üretici ve otantik değil tüketici ve taklitçidirler.

*

'Kur'an mahluktur' tartışmasını günümüze yansıtıyorlar. Ve Mutezile'nin sıfatlarından olan tatiliye sıfatına da hak kazanıyorlar. Ehli zahirin temsil ettiği Haşviye anlayışı ile ehli tevilin( Mutezile) temsil ettiği tatiliye aslında aynı kapıya çıkıyor.  Zira, ulemanın 250 ile 500 arasında tadat ettiği ve saydığı ahkam ayetlerini kuşa çevirerek 80 ayete indirgiyorlar. Dolayısıyla bu yönüyle Süleyman Demirel'in mantığına yaklaşıyorlar. Demirel de geçmişteki konuşmalarından birisinde ' 250 ayeti yok farz etsek ne olur !' diye bir ifade kullanmıştı. Dolayısıyla, Taha Abdurrahman 'ale menheci'n nübüvve / peygamberlik metodu ve yöntemi üzerine' yeni bir dirilme ve yeni bir modernizm teklif ediyor. Bu modernizm öteki modernizmin panzehiri. Dolayısıyla gerçek modernizmin, taklidi değil tahkiki esas alan İslam modernizmi olduğunu ifade ediyor. Ona göre modernizmin ruhu İslam'dır. Peki, Taha Abdurrahman neden tecdit yerine hadase veya modernizm kavramını kullandı? Zira, tecditler her asırda olsa da bunlar cüz'i surette gerçekleştirilen bir yenilenmedir. Onun teklif ettiği yenilenme ise normal bir yenilenme değil külli bir yenilenmedir ve bunun için de bu çığıra tecdit demiyor. Taha Abdurrahman külli yenilenmenin karşılığına İslam modernizmi diyor. İslam'ın zamana karşı cevabına Taha Abdurrahman İslam modernizmi demektedir. Elbette bu mesele enine boyuna tartışılmalıdır. Lakin İslami anlayış skolastiğe hapsedilebilir mi? İbni Hazm gibiler Kur'an ve Sünnet dışında 'İslami ' dahi olsa düşünce ve içtihadları tarihi ve beşeri olarak saymaktadır. Bu anlamda, elbette ki skolastik birikim aşılabilir. Bu Vehhabilerin yaptığı gibi terk etme anlamında değildir. Aşılmaması Taha Abdurrahman'ın dediği taklit hastalığına götürür ve kapı aralar. Lakin bunu yapmak ehil eller ister. Bediüzzaman, Seyyid Kutup gibi bozulma döneminde içtihadın arzileştirmeye alet edilmemesi için içtihad ihtiyacını sınırlar. Lakin öbür yandan da kendisinin skolastik bir hoca olmadığını söyler. Orijinal ifadesi şudur : Beni, skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası mı zannediyorlar? ...Sanırım Taha Abdurrahman'ın İslam mıodernizmi adına külli yenilenme teklifi bizden de katkı beklemektedir.