İsrail dışişleri bakanlığının, Netanyahu’nun BM Genel Kurulu’nda yapacağı konuşma metnini başlangıçta vermemiş olması şaşırtıcı değil. Netanyahu’nun acayipliğine yakından bakmaya değmez. Acayip kelimesi, İran nükleer programının dış sınırlarını tanımlayan bir kırmızı çizginin olduğu bomba “diyagramıyla” çektiği 40 dakikalık nutku için uygun kelime bile değil aslında. Karikatür olduğunu söylemek daha uygun.  Bomba çizimindeki karikatür niteliği, konuşmasının içeriği ve tınısını da vurgulamış oldu; bir devlet adamından değil de radikal bir ideologdan beklenecek bir feryattı konuşması: “Bugün, modern ile ortaçağa özgü olan arasında büyük bir savaş sürmektedir.  İsrail, modernite güçleriyle birlikte olmaktan gurur duyar. Kadın-erkek, Yahudi-Arap, Müslüman-Hıristiyan, tüm vatandaşlarımızın haklarını koruyoruz; hepsi de kanun önünde eşittir.” Ruhban bir kasta imtiyaz tanıyan İsrail’in devlet dini vardır ve ulusal mitolojisi Tanrı’nın “vaadine” dayalıdır ki diğer komşuları kadar İsrail’de ortaçağa özgüdür. Bu beyanat, yalan olması bir yana, çok ilginçtir zira Yahudi devletinin aşırılık yanlısı Amerikalı destekçilerinin başlattığı İsrail yanlısı halkla ilişkiler kampanyasının o aynı üstünlükçü ruhunu canlandırmaktadır. New York’tan San Francisco’ya kadar toplu taşıma yerlerindeki posterler şunu söylüyor: Medeni ve vahşi arasındaki herhangi bir savaşta medeni insanı destekle. İsrail’i destekle. Cihadı mağlup et.

New York ve San Francisco’daki İsrail konsoloslukları metrolardaki bu iğrenç posterleri inkâr etmeyecektir: Pamela Geller, İsrail’in yeni kamusal yüzü.

Evet, İsrail, tüm vatandaşlarının hakkını korumaktadır şayet yerleşimcilerin malına göz diktikleri Filistinlilerden değillerse. Buradaki anahtar kelime vatandaştır. İşgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinliler vatandaş değil “helotturlar”; hakları yoktur, evlerine yüzlerce kez saldıran ve onları her fırsatta evlerinden çıkarmaya bakan fanatik Yahudi fundemantalistlere karşı korumasızdırlar; İsrail yönetimi de faal olarak bu suça iştirak eder.

İsrail toplumunun dini ve kültürel bataklıkta her geçen daha da battığını düşününce – Batının fark ettiği bir şeydir - İsrail’in “moderniteyi” temsil ettiği fikri zengin bir fikirdir. Netanyahu konuşmasını Kitab-ı Mukaddes’ten alıntılarla açtı, Kudüs’ü İsrail’in “ebedi başkenti” diye tanımladı ve Yahudi devletinin sonsuza dek yaşayacağını söyledi. Ancak biz laikler biliyoruz ki hiçbir şey sonsuza dek yaşamaz ve bir şeyin “ebedi” başkenti olması en iyi halde metafor en kötü halde tehlikeli bir yanılsamadır. Eğer bu modern ise ortaçağa özgü olan da nedir? Apaçık olan konu üzerinde fazla sallanmayalım. Netanyahu yüksekten atıp tuttu: “Militan İslam’ın İranlı yöneticilerden el Kaide’ye kadar pek çok kolu var…fakat hepsi de aynı toprağa kök salmışlardır. Mesele bu fanatizmin mağlup edilip edilmeyeceği değil mağlup edilmeden evvel kaç hayatın kaybedileceğidir. İran’ı nükleer silah sahibi kılmaktan başka hiçbir şey ülkemi bu denli tehlikeye düşüremez. Nükleer İran’la, nükleer el Kaide’yle dünyanın neye benzeyeceğini hayal edin. Hiçbir fark yok.

İsrail başbakanı BM Genel Kuruluna hitap ediyor olabilir fakat gerçekte Amerikalılara hitap ediyordu; 11 Eylül saldırılarını düzenleyenlere karşı duydukları korku ve tiksinmenin onları yeni bir histeri düzeyine taşıyacağı hesaplanabilir. Bundan başka, İran’ı el Kaide’yle denk tutmak, müteveffa Saddam Hüseyin’i Usame bin Ladin’le denk tutmaya benziyor—ama durun bir dakika, Irak işgaline giden yolda bu benzetmeyi defalarca duymamış mıydık biz?

İsrail başbakanının ustalık anı değil – karikatür bomba, tüm ümitleri bitirdi – en kabasından propaganda yani savaş propagandası anıydı.

Filistin Otoritesi başkanı Mahmud Abbas’ı aynı gün Netanyahu’dan hemen önce BM Genel Kuruluna hitap ederken hayal edin: “Militan Yahudiliğin Washington’daki AIPAC bürolarından Tel Aviv’deki Yahudi güç merkezine kadar pek çok kolu var – fakat hepsi de aynı “hoşgörüsüzlük” toprağına kök salmıştır. Abbas’ı Yahudi fanatizmine dair göz bağlayıcı resimler gösterirken hayal edin. Bugün İsrail’de olup bitenlere bakınca zor bir iş değildir. Abbas böyle yapsaydı, tüm Batı başkentlerinde Hitler’in 21. yüzyılda dirilişi diye kınanırdı.

Netanyahu “İran’ın nükleer silah olmaksızın taarruz sicilini” andı ki tuhaf bir iddiadır çünkü İran Termopil savaşından beri tek bir komşusuna saldırmış değildir. İran modern tarihte tek bir savaşa girmiştir o da Irak, ABD desteğiyle İran’a saldırdığında.  Ancak savaş propagandasının gerçeklere ihtiyaç duymadığını hatırlamak gerekir. Sadece duygu yüklü öfke ve de korku çağrışımları yeterlidir: İran’ın nükleer silah olmaksızın saldırı siciline bakarak bir de nükleer silahlı İran’ı hayal edin. Sizler arasında kim kendisini Ortadoğu’da güvende hissedebilir? Avrupa’da kim güvende olacak? Amerika’da kim güvende olacak? Kim, nerede güvende olacak? diye soruyor Netanyahu.

Bu sözde modernite savunucusunun iddiasını korku bezirganlığı üzerine temellendirmiş olması şaşırtıcı gelmemeli.: Saldırgan ulusçuluk türünden modern tüm ideolojilerin ana motifi korku değil midir sanki? Ötekine karşı duyulan korku, ilk fırsatta gırtlağınıza çöküp dişlerini geçirecek olan eşiğe dayanmış barbardan “yabaniden”  duyulan korku, Netanyahu gibi ideologları ve onun Amerika’daki muadil düşünürlerini iş başında tutan şeydir. “Aryanlar bizim gibi değildir; caydırıcılık bu yüzden işe yaramaz” diyor Netanyahu. “İran’ın kıyametçi liderleri, feci savaştan önce zuhur edeceği varsayılan kurtarıcı Mehdi’nin dönüşünü bekliyorlar: “Militan cihatçılar laik Marksistler değildir. Militan cihatçılar çok başka davranır. Sovyet intihar bombacıları yoktu.”

Hatalıysam beni düzeltin, özel birini,  onları çölden kurtarıp Kudüs Krallığını kuracak bir kurtarıcıyı  bekleyenler Yahudiler değil miydi? Militan cihatçılar laik Marksistler gibi olmayabilir fakat militan Siyonistler de laik Marksistler gibi değil. Ahmedinejad’a nükleer bomba emanet etmeyeceğim gibi Netanyahu’ya da etmem. Aralarındaki tek fark Netanyahu’nun elinde bu silahların olmasıdır.

Bu da bizi bölgedeki tek nükleer silahlı ülke liderinin anlattığı dersin saçmalığına götürür: Nükleer silahları çoktan edinmiş olduğunu kabul etmeyen, NPT anlaşmasına tenezzül etmeyen ama NPT anlaşmasını imzalamış ve anlaşmanın şartlarını yerine getiren bir komşusuna karşı savaş açmaya bakan bir ulus var karşımızda.

NPT anlaşması Tahran’a nükleer enerji üretme izni tanımaktadır. Dahası, İran’ın nükleer silah programına giriştiğine dair tek bir tane delil bile yok: Kendi istihbaratımız, İran’ın 2003 yılında bundan vazgeçtiğini, yeniden başlattığına dair hiçbir emare bulunmadığını söylüyor. İranlı siyasi ve dini liderler nükleer silahlara sahip olmanın kabul edilemez olduğunu açıkladılar; öte yandan, İsrailliler nükleer silahları hiçbir zaman kullanmayacaklarına dair bizi temin etmiş de değiller.

İsrail, rasyonel bir dünyada sanık sandalyesinde oturuyor ve nükleer odadan vitrine çıkmaya gönülsüz oluşuna cevap veriyor olurdu; tüm dünyanın bildiğini kabul ederdi. Aslında Netanyahu, göz korkutucu nükleer cephaneliği imâl ettiği materyalleri nasıl (çaldığı) edindiği hakkında bizi bilgilendirebilirdi de. Gizliliği ortadan kaldırılan belgelere göre bu süreçte bizzat Netanyahu da rol almış.

Masumun sanık sandalyesine, mücrimin hâkim koltuğuna oturduğu yaşadığımız bu dünyada durum çok farklı. Amerikan bağışlarına bağımlı küçük bir ulus, Washington’a yürü emrini vermek üzere BM’de podyuma çıkıyor; “benim kırmızı çizgilerim bunlar” diyerek sırf İranlılara değil Amerikalılara da meydan okuyor.

Netanyahu’nun BM’deki nutkunun Romney’in seçim kampanyası konuşması olarak düşünün. Cumhuriyetçi başkan adayı, Tahran’ın nükleer klüp üyeliğine bir tornavida döndürecek denli yakın  olmasına izin verilmemeli demişti. Netanyahu’ya göre İran bu noktaya ulaştı ve ABD harekete geçmediği takdirde bir yıl zarfında nükleer silah imâl edecektir.

Gerçeğin savaş propagandasıyla hiçbir ilgisi yoktur. Ortalama Amerikalı nazarında, silah imâl etmeye uygun bir uranyuma sahip olmaları halinde İranlıların yapacağı sadece uranyumu füzeye doldurmak ve sapanla fırlatır gibi İsrail’e fırlatmaktır. İsrail propagandacılarının, Amerikan kamuoyuna telkin etmeyi sevdikleri bir izlenimdir bu ve teknik detaylar hakkındaki cehaletten istifade etmeye bayılırlar. Bay Ortalama Amerikalıya nükleer silah edindikten sonra bile onu kullanılabilir hale getirmenin daha dört yılı alacağını anlatmak isteyene iyi şanslar.

İşkenceden Irak işgaline dek her şeyi haklı kılmak için kullanılan saatli bomba, İsrail’in ABD’deki propagandasına iyice yer etmiştir ve yine Netanyahu’nun BM Genel Kurulundaki konuşmasının ana temasıydı.  Mesajı açıktı: “Saat ilerledi.” “Muhtemel neticelerine rağmen, fazla düşünmeden harekete geçmeliyiz. Gecikme, düşünme, şimdi harekete geç –sahtekârlık açığa çıkmadan – ve Irak’ta olduğu gibi “kitle imha silahlarının” kolayca manipüle edilen hayal dünyamızın bir uydurması olduğunu keşfetmeden.  

Kaynak: Antiwar

Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı