Suriye’de Beşşar Esat’ın tabi olduğu dini anlayışını temsil eden Nuseyri fırkasından bir zat, Muhammed Said Ramazan el Buti’nin sahabeler arasında geçen ihtilafların tevili konusundaki anlayışını yermek için bir kitap kaleme almış ve adını ‘ Meslekü’t tebrir’ koymuştu. Mazeret mesleği! Buti’nin aslanlar gibi Beşşar rejimini korumak ve kollamak için öne atıldığını gördüğünde acaba Buti’nin söz konusu rejimi desteklemek için de mazeretçi mesleğe sığındığını düşünmüş veya söylemiş midir? Bilemiyoruz.

Lakin Ürdünlü Yaser Zeatire onun adına bu soruya cevap veriyor ve zımni olarak Buti’nin mutlak itaat doktrinini ve mesleğini benimsediğini ifade etmektedir. ‘Mazeret mesleği’ her dinde her mezhepte -o mezhebin veya anlayışın resmi parçası olmasa bile- görülebilir. Bu bir siyasi ve sosyal hastalıktır. Buti’nin bugün yaptığını geçmişte bir yönüyle Abdullah Habeşi ve Ahbaş tayfası adı verilen grup yapmıştır.

1991 yılında Saddam Hüseyin’in Kuveyt’ten atılması için Körfez’e yabancı asker getirilmesi ve yığınağı sırasında Suudi uleması çekincelidir. Mümkün mertebe içlerinde biriken öfkeyi kısmen kontrol etseler de dışa vurmaktan kendini alamazlar. Sefer Havali gibi niceleri Körfez’e yabancı asker celbine şiddetle karşı çıkar. O sıralarda İçişleri Bakanı Nayif Abdülaziz veya istihbarat rejimin yaptıklarına mazeret bulacak bir fırka peşinde gezinmekte ve dolanmaktadır. Bundan dolayı tenkitçi ve kritikçi ulemaya karşı bir set ve bariyer olarak 'Camiye' isminde bir grubu türetirler. Adeta istihbarat kuluçkalarında yetiştirirler. Ne de olsa danışmanları Mısırlı eski içişleri bakanı Zeki Bedr veya emsalidir. Bu Camiye adıyla anılan tayfa 1411 ve 1412 yıllarında Medine-i Münevvere’de teşekkül eder. Fikri bir hareket olarak yönetimin bütün yaptıklarını aklar ve ona siper olur ve düşmanlarına karşı da amansız bir hasımdır. Müstakil fikir beyan eden ulemayı sindirmeye çalışır. Tam bir mazeretçi gruptur ( el fukaha el müberriratiyye). Kurucusu aslen Habeşli olan Muhammed Eman el Cami’dir. Medine İslam Üniversitesinde akide bölümü hocasıdır. Birkaç yıl önce vefat eden Cami tam bir kontra Cüheyman’dır. Cüheyman Uteybi, Kabe baskınında baş aktör olan şahsiyettir. Bilahare Camiye grubunun teorisyenliğine aynı üniversitede hadis hocası olan Rebii Bin Hadi ed Medheli de katılmıştır.

Yaser Zeatire Arap Baharıyla birlikte ve özellikle Suriye’de mutlak itaat doktrininin kırıldığını ifade etmektedir. Halk hareketine yönelik desteğin ümmet arasında şibh-i icma yani oybirliği seviyesine yaklaştığını kaydetmektedir( 1). İslam tarihi araştırmacılarından Beşir Nafii geçmişte ulemanın karşı çıkılmasına itiraz ettiği devlet modelinin bilahare teşekkül eden Avrupai tarzdaki devlet modelinden farklı olduğunu söylemiştir. Burasını biraz açmak gerekiyor. Emevilerle birlikte şura anlayışında sapma ve İslam devleti çarkında bir bozulma oldu. Lakin yine de teville birlikte referans İslam’dı. Hadis diliyle modern devlet ise hem ideolojik hem de idari bir sapma içine girmiştir.İdeolojik sapma olarak İslami referansı toptan iptal etmiştir. Hilafeti hem suri hem gerçek manada kaldırmıştır. İdari olarak da totaliter sistem kurmuştur. Abdullah Nasıh Ülvan(2) ve Said Havva bu modern devlet yapısının Osmanlı’nın yıkılması ve Mustafa Kemal ile birlikte teşekkül ettiğini düşünmektedir. Yaser Zeatire’nin de işaret ettiği gibi klasik İslam devlet modeli otoriterdir. Onun yerini alan modern devlet ise totaliterdir. Müslüman kadının başörtüsüne bile ilişmiştir. Beşir Nafii’nin anlatmak istediği, modern devlet iki hastalıkla maluldür. İdeolojik çarpıklık ve totaliter çehre. Yaser Zeatire bugün şeriata istinat ettiğini söyleyen rejimlerin bile insanları kılıçla ve kamçı ile yönetemeyecek bir aşamaya geldiğini tasavvur etmektedir. Bu anlamda mutlak itaat doktrini çökmüştür. Kayıtlıve şartlı itaat dönemi başladı ki, biz buna şura anlayışı ve rejimi diyoruz.

Son sıralarda en azından zihin kıvrımlarında ve dünyasında mutlak itaat doktrininin yıkıldığına ve kırıldığına dair karineler artıyor. Yaser Zeatire gibi çeşitli yazar ve çizerler şimdi bunu Arap Baharının ışığında yeniden teorize ediyorlar. Elbette Fas’da El Adlu ve’l İhsan gibi nice cemaatler daha önceden bu mesele üzerinde durdular. Lakin son sıralarda olayların da tetiklemesiyle birlikte fikir adamları bu mesele üzerine yoğunlaştılar. Bunlardan birisi Prof.İbrahim Beyumi Ganim. El Müctema dergisi ve sair yerlerde bu hususta seri makaleler yazıyor. ‘Arap baharı ve istibdat fetvasının yıkılışı’başlıkları altında bu meseleyi irdeliyor. Görüşlerini serdediyor.

Ekrem Kessab da büyük sarıklılara hitaben yazmış olduğu makalesinde artık istibdat fetvalarının yıkılması gerektiğini savunuyor. Yeni bir siyasi fıkıh doğuyor ya da geçmişte üzeri küllenen anlayışın üzerindeki molozlar Arap Baharının rüzgarıyla birlikte atılıyor. Hazreti Peygamberin )S.A.V.) siyasi anlayışı küllerinden yeniden doğuyor. Emeviler ve ardından Osmanlı sonrasında iki farklı dönemde Hazreti peygamberin siyasi alandaki sünnetine suikast uygulanmıştı.

*

İstibdat kültürü dinleri aşan ve felsefeyi de kucaklayan bir sapmadır. Zira Aristocu anayasa ve iktidarların yetkilerinin kısıtlanması ve sınırlandırılması anlayışına mukabil Eflatun yöneticiyi yüceltmekte ve karizmayı öne çıkarmaktadır. Liderleri kutsamaktadır. Bu anlayış ise istibdat idarelerine yol açmış ve 28 Şubat sürecinde orduların halkından bahsedilmiştir. Bu anlayış yer yer devam etmektedir. Bu anlayışı seslendirenlerden birisi felsefi çizgide Eflatun diğeri de Epikür’dür. Epikür ve siyasi mesleğine göre devlet düzen ve güvenlik sağlıyorsa istibdat dahi olsa ona boyun eğmek gerekir (3).

Hıristiyanlıkta da bu anlayışın izlerine rastlıyorsunuz. Pavlos mutlak idareyi ve mutlak itaati kutsayan Hıristiyan tahrifçilerden birisidir. Pavlos hem dini hem de siyasi tahrifat yapmış ve din adına istibdadı kutsamıştır. Bu hastalık zamanla Müslümanlara da sirayet etmiş ve geçmiştir. Camii Emevi’nin eski hatiplerinden Mutaz el Hatib’e göre, bu cebri anlayış putperestlikten İslam’a geçmiştir. Yöneticileri zillullah saymak gibi. Elbette adil olmak kaydıyla yöneticiler için Allah’ın gölgesi demek belki mahzur teşkil etmeyebilir. Lakin bunu zalime atfettiğinizde mizan çöker. Camii Emevi eski hatibi Mutaz el Hatip, Buti’nin ‘ bu ümmetin perçemini eline verdiğin ve tayin ettiğin Beşşar’ı ıslah et veya yardım et” şeklindeki duasını cebri bir anlayışa bağlamaktadır. Bu anlamda Pavlos ile Buti arasında siyasi bir anlayış beraberliği ortaya çıkmaktadır. Mutaz Hatibe göre Buti, hurafeci Cebriye anlayışını temsil etmektedir. Dolayısıyla Emevi anlayışını(4).

Ulu’l emr kollektif yönetim anlayışıdır

İslam’da şura anlayışı, paylaşıcı iktidar anlayışıdır. Aynı zamanda bu anlayış kraliyet ve saltanat anlayışından farklı olarak peygamberlik anlayışı ve metodudur. Lakin Emevilerle birlikte paylaşımcı ve kolektif anlayış gitmiş yerine indirgemeci bir anlayış gelmiştir. Bu durumda ulemanın alanı daralmış ve istibdat altında bazıları kovuşturmaya tabi olurken bazıları da yöneticilerin yalakası veya eski tabirle saltanat vaizi veya ulema-i rüsum ve ulema-ı su haline gelmiştir. Saltanat sofralarının kırıntılarına tav olmuştur. Söz konusu ulema adeta iktidarların aklayıcısı ve paklayıcısı durumuna düşmüştür. Bundan dolayı da kendilerine‘el fukeha ey müberririyye’ yani mazeretçi ulema denmektedir. Rejimler otoriter ve totaliter olduğunda bazı ulema bu indirgemeci anlayışın çarkına kapılmış ve feleğinde deveran eder hale gelmiştir. İslam’da mutlak itaat doktrini diye bir şey yoktur. Allah’a itaatte itaat ve hiyerarşi vardır. İktidarın paylaşımı söz konusudur. Otoriter ve totaliter istibdat devirlerinde ulu’l emr anlayışı da tahrif edilmiştir. Bu tahrif hususuna birçok alim temas etmiştir. Sözgelimi Prof. Muhammed İmare ‘el İslam ve Hukuku’l İnsan’ adlıkitabında İslam’da veliyyü emr olmadığını ve Kur’andaki terkibin ‘ulu’l emr’ olduğunu ve bunun kolektif yönetim anlamına geldiğini ve onu çağrıştırdığını söylemiştir. Tekilci otorite değil çoğulcu otorite anlayışı vardır. Ulu’l emr toplu liderlik demektir ve ulema ve diğer sınıfların da bu iktidarda payı vardır. Mutlakiyetçi bir anlayış değildir (5).

Ulu’l emr anlayışı tahrif edilmiştir. Yöneticiler kendilerine ve ulema ise kendisine yontmuştur. Halbuki, her iki tarafa da işaret etmekte ve şamil bulunmaktadır. Muhammed İmare gibi Faslı ulemadan Abdulkerim Muhammed Mutii el Hamdavi de ‘Fıkhı’ el ahkam el sultaniye’ kitabında ‘uli’ kavramının evliya yani velinin çoğulu anlamına gelmediğini zu’nun çoğulu olan zevi anlamına geldiğini ifade etmektedir. Bu anlamda yöneticiler demek olmayıp muhtelif iktidar zümresi demektir. Arapçada ‘hisan’ın çoğulunun farklı bir kiple ‘hayl’olarak gelmesi gibi. Mer’e ve nisa gibi. ‘Uli be’sin şedit’ terkibi de böyledir. Buradaki ‘ulu’l emr’ bütün Müslümanlardır. Bunun açılımı ‘ işleri şura üzerinedir’ gibi ayetlerdedir (6).

Hazreti peygamberin yönetim anlayışı fiilyatta kolektif idareye işaret etmektedir. Katılımcı siyasi ve iktidar anlayışı olmadan ümmetin düzelmesi ve ayağa kalkması mümkün değildir. Aksi taktirde, tekilci ve mutlakiyetçi İktidar, ümmetin ve sınıflarının melekeleri kurutmaktadır.

İmam Gazali bunun felsefesini yapmış ve tulekanın (Mekke fethinden sonra Müslüman olanlar) siyasi anlayışı ve cahiliyenin siyasi anlayışının kalıntı ve tortularıyla birlikteİslami idarede fikir adamlarıyla askerler, iş adamları ile ulema arasında kopukluk ve şizofreni meydana geldiğini hatırlatmıştır. Bunun sonucunda ulu’l emr anlayışından sapılarak içinden ulema ve diğer sınıflar çıkarılmış ve iktidar anlayışı daraltılmış bu da çözümsüzlükleri beraberinde getirmiş ve tıkanmaya yol açmıştır. Kısırlığa neden olmuştur. Dar anlayış ümmeti kısırlaştırmıştır. Ulema liderlik ve yönlendirme mevkiinden uzaklaştırılmış; tabi ve mazeret üreten bir mevkiye düşürülmüştür. Bu da İslam toplumunu zayıflatmış ve toplum üzerinden devletlerin çöküşüne zemin hazırlamıştır (7). Suriye idaresiyle ilişkilerinde Muhammed Said Ramazan Buti bunun tipik ve somut bir örneğini temsil etmektedir.

İstibdadın kalkması ve katılım anlayışı ve rejimiyle birlikte İslam dünyası belini doğrultabilir ve yeniden ayağı kalkabilir.

1- http://www.aljazeera.net/pointofview/pages/d2705673-919d-4352-a247-9b46ddb2fb7f

2- -Eş Şebab el Müslim fi muvaceheti’t tahaddiyat, Dr. Abdullah Nasih el Ülvan, s: 160

3- - Fıkh el ahkami’l sultaniye, Abdulkerim Muhammed Mutii el Hamdavi, s: 132, İkinci Baskı, Enes Matbaası,İstanbul.

4- http://www.aljazeera.net/programs/pages/f8fc34f5-d4be-46d6-bfa5-dabdc5132435

5- http://www.aljazeera.net/programs/pages/97fe14e3-f19d-401d-91bc-34b1166e833c

6- Fikhu’l Ahkam es Sultaniye, s: 273

7- Macid Arsan Geylani , Hakeza Zehare Cilu Salahaddin ve Hakeza Adet el Kuds, s: 356, Daru’l Kalem