2002 yılı sonunda Türk AKP'si seçimleri kazandığında Genelkurmay Başkanlığı revaklarında derin bir değerlendirme olur ve bu değerlendirme sonunda AKP'ye yol verilmesi gerektiği kararı çıkar. Nedeni de şudur: Cumhuriyete yabancı olan ve barışık olmayan kenardaki kitleyi devlete kazandırmak ve merkezle tanıştırmak veya merkeze taşımak. Yani rejimle barışık olmayan kitleleri bu vesile ile rejimle barışık hale getirmek. Bu bağlamda AKP'nin İslami kesimleri modernizm ile tanıştırdığı söylenebilir. Modernizmle tanıştırmak bir cihetle elbette İslami kitleleri kapitalizmle de tanıştırmaktır. Bu da İslami kesimlerde sosyal çözülmeyi tetikleyen bir amil ve süreçtir. Bu modernizm tartışmasında Fas AKP'si teorik olarak daha isteklidir ve dini modernizmin bir kaynağı olarak tasavvur etmektedir. Elbette modernizmden, gelişmeyi veya gelişmeciliği anlıyorlar. Bu bağlamda hem Sünni hem de Şii kesimlerde 'gelişmeci fıkıh' diye bir kavram ihdas edilmiştir. Gelişmeci fıkıh modernizme giriş anlamında bir fıkhi anlayıştır. Sözgelimi, Ahmet Kurucan'ın yazıları bu tarzın ileri örneklerini barındırmaktadır. Fas AKP'si tartışmayı 'modernizme kim daha fazla hizmet etti?' boyutuna veya yarışmasına taşımıştır. Sözgelimi Faslı ulemadan Abdussamed Belkebir Selefilerin içeriden oldukları keyfiyetiyle temsil ettikleri dini kesimleri modernizme iknada daha etkili olduklarını ifade etmektedir.
Bu bağlamda, Albert Hourani Arap ülkelerine modernizmin Selefilerin yoluyla ve eliyle geldiğini ileri sürmüştür. Elbette bu Selefiler 'Aydınlanmacı (Gelişmeci) Selefiler' olarak anılan gruptur. Muhammed Abduh, Reşit Rıza Şamlı Cemaleddin Kasımi bu anılan grubu temsil etmektedir. Keza Fas'ın aydınlanmacı Selefiliğini temsil eden Allal Fasi de bu zümredendir. Allal Fasi ile yine aynı ülkeden Ebu'l Hasan en Nedevi'nin hocalarından Takiyyüddin Hilali gibi diğer Selefileri birbirinden ayırmak gerekiyor. Her kuşun eti yenmediği gibi her selefi de zorunlu bir biçimde modernist değildir.
Neden liberaller değil de modernizmin öncülüğünü İslamcılar veya Selefiler yapmıştır? Bu sorunun cevabını Fas AKP'sinin Dışişleri Bakanı Sadettin Osmani şöyle cevaplıyor :" Liberaller içeriden direnişle karşılaşmışlardır. Halbuki Selefiler tam tersine kolaylıkla modernizmin öncüleri olmuşlardır. Liberaller modernizm konusunda telifçi olmak yerine dayatmacı olmaları hasebiyle dirençle karşılaşmışlardır. Selefiler ise yerel özelliklere riayet ettiklerinden dolayı daha başarılı olmuşlardır..."
Bununla birlikte Sadettin Osmani kurumsal olarak laiklik ile modernizmin birbirinin ikizi olmadığını ve özellikle Batı tecrübesindeki birlikteliğin İslami deneyime taşınmasının zaruri ve gerekli olmadığını ifade etmektedir. Batı tecrübesi öncü bir tecrübe olduğundan dolayı, kimilerince bütünüyle İslam dünyasına aktarılması gereği savunulmuştur. Bu noktada İslamiyet ile Hıristiyanlık arasındaki farklardan dolayı laiklik ister Kiliseye karşı refleks suretiyle gelişsin isterse Hıristiyanlığın tabiatına uygun bir süreçte ilerlesin harfiyen İslam dünyasına aktarılamaz. Zira laiklik-modernizm terkibi başka bir deneyimin ve sürecin ürünüdür. Osmani'ye göre, modernizm kaçınılmaz ve evrensel olmakla birlikte laiklik öyle değildir. Laiklik zaruri olmadığı gibi evrensel de değildir. Batı'ya mahsus tarihi dinamiklerin tetiklediği bir gelişmedir. Bu nedenle de İslam dünyasına uyarlanamaz. İsrail burada farklı bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. İsrail din devleti olmasa bile dindar bir devlettir yani dini değerlere önem vermekte ve hayat tarzını buna göre şekillendirmektedir. İsrail'in bir başka özelliği ise hem dindar hem de modern olma özelliği taşımasıdır. Prof. Sadettin Osmani buradan yola ıçkarak modernizm için laikliğin şart olmadığı sonucuna varmaktadır. Sadettin Osmani'ye göre, İsrail de Batı modelinden ayrılmakta ve laiklik ile modernizm yerine din ile modernizmi aynı potada birleştirmekte ve aynı kapta ve kalıpta buluşturmaktadır.