İbrani basını Arap basınını Arap basını da İbrani basınını yakından takip ediyor. Hem İbrani hem de Arap basını İran'ı bizden iyi takip ediyor. Sözgelimi, Jerasulem Post gazetesinde 'İran tehdidi' diye yeni ve özel bir bölüm var. Zaman zaman gerektikçe böyle sıcak ve özel sayfalar açıyorlar. En son olarak Şarku'l Avsat gazetesinde de İran'la ilgili devam eden bir dizi gözüme ilişti. Ama bu diziyi elektronik gazetede yayınlamıyorlar. Sadece kağıt baskısında yayınlıyorlar. Zannediyorum bir müddet sonra da gündemi geçince sözkonusu dizileri elektronik gazeteye de yansıtıyorlar. En azından İngilizce sayfalarında değerlendirdiklerinden eminim. Türk basını ise özel ilgi alanları ve misyonu olmadığından dolayı bölgeyi ve olayları geriden takip ediyor. Bu bir eksiklik. Ve yine aynı basın Türkiye -Ortadoğu ilişkilerini Türk basınından çok daha sıkı ve detaylı takip ediyor. Yorumlar da detaylı. Sözgelimi, Türkiye ile Canbolat arasındaki ilişkiler ve bunun Suriye ilişkileri üzerine yansıması ve Türk askerinin Unifill'de görev alması ve bunun Hizbullah ve İran'la ilişkilere yansıması da Arap basınının takip ettiği detaylar arasında bulunuyor. Belki konuyla doğrudan alakası yok ama bazı olaylar arasında izdüşümü yaşanıyor. Ve bunları çapraz olarak yakalama imkanına sahip oluyoruz. Bunlardan birisi zavallı Marilyn Monroe'nun makus talihi ve başına gelenlerdir. Robert Kennedy gibi siyasetçilerin ve bazı etkin çevre ve nufuz sahibi insanların sofrasında meze olduktan sonra bile bile intihara sürüklenmiş. 45 yıl sonra bir benzeri olan Anna Nicole Smith'in şüpheli intiharı da bir kez daha aynı acıyı ve buruk duyguları tattırdı. FBI arşivlerine göre Monroe'nun ölümünün aralanan sır perdesinin gerisinde bir aldatma ve aldanma hikayesi var. Hayatı karartan bir burukluk hissi var. Buna göre bilahare suikasta kurban giden Robert Kennedy'nin eşini boşayarak Monroe'ya evlenme sözü vermesi, bunu yerine getirmemesi, yıldızın da her şeyi anlatacağı tehdidinde bulunması komplonun nedeni olarak gösteriliyor. Robert Kennedy'de 'men dakka dukka' denebilecek bir şekilde bilahare benzeri bir komploya kurban gidiyor. Zahiri sebepleri ne olursa olsun bunda Monroe'nun aldatılan duygularının ve bile bile ölüme gönderilmesinin bir payı yok mudur? Skandalı örtbas etmek için Monroe kurban seçmişler. Şantaja karşı komplo. Monroe ile Kennedy'nin mahrem ve memnu aşkları (aşk-ı memnu) Bediüzzaman'ın bir vecizesinin misdak ve masadakına konu olmuştur: Gayr-i meşru muhabbetin cezası, merhametsiz bir musibettir. Bu musibetin Monroe'ya bakan veçhesi intihar, Kennedy'ye bakan sureti ise suikasttır.*** Monroe ve Kennedy ilişkilerinden sonra Esad'lara ve siyasi ilişkilerine gelebiliriz. Esad'lar siyasi hanedan olarak Kennedy'lere benzerler. Esad'lar aile hayatları itibarıyla mazbut ama siyasi hayatları itibarıyla dürüst değildirler. Hafız Esad duygusuzluğuyla ve siyasette duygulara yer vermemesiyle ün salmıştır. Bu hatırlatmadan sonra Suriye ve Lübnan münasebetlerine geçebiliriz. Dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum: Eski Dürzi Lider Kemal Canbolat'ın oğlu Velit Canbolat ile Refik Hariri'nin oğlu Saad Hariri siyasi kanka ve canciğer kuzu sarması olmuşlar. Onları buna iten etken nedir? Sadece siyasi görüşleri mi uyuşuyor? Siyasi birlikten ziyade kader birliği etmiş bulunuyorlar. Suriye rejimine ve Beşşar Esad'a kök söktürüyorlar. Ortak yönleri dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama ikisi de Esad rejiminin suikastına maruz kalmış iki siyasi liderin çocukları. Siyasi hanedan olarak Esad hanedanlığının mağdurları. Hatta Velid Canbolat bunu çok ilginç bir şekilde vecizeleştirmiş: "Lübnan Suriyelilerin Lübnan'a girmeleri ve burada vesayet idaresi kurmalarının kan bedelini Kemal Canbolat ödemiştir. Suriyelilerin çıkışının ve vesayet idaresinin sona ermesinin kan bedelini ise Refik Hariri ödemiştir..." Dolayısıyla Velit Canbolat ve Saad Hariri ile Esad hanedanlığı veya Beşşar arasında sadece siyasi tezad yok. Aynı zamanda kan davası da var. Bundan dolayı Saad Hariri ve Velid Canbolat Suriye rejiminin peşini bırakmıyorlar ve Beşşar rejimi devrilene kadar ensesinde olduklarını hal ve kalleriyle ihsas ettiriyorlar. Beşşar Esad bu kan davasına kurban gider mi yoksa babası gibi hesaplaşma ahirete mi kalır? Bilinmez ama siyasi kan davaları iflah etmez. Emeviler Yezid'in açtığı çığırda ve kan gölünde boğulmuşlar ve hem kavmiyetçilikleri hem de hilafeti saltanata çevirmeleri ve hem de Ehl-i Beyt mensuplarına kıydıkları için en istikrarsız ve en kısa bir siyasi saltanata sahip olabilmişlerdir. Bu anlamda, Şam'daki iktidar sekter ve Nuseyri olsa da Emevilerin modern muakkibi ve varisidir. Buna dair birçok veri varsa da bunların en önemlilerinden birisi Emevi saltanatı gibi baba Hafız Esad'ın da çevresini ve ülkeyi zorlayarak oğlu için biat alması ve onu kendisinin yerine geçirmesidir. Hilafet yerine istihlaf. Hazreti Ebubekir'in de yerine Hazreti Ömer'i istihlaf ettiği söylenebilirse de bu babadan oğula bir istihlaf değildir. Ve Hazreti Ömer'in kendisi de böyle bir teklif karşısında: "Hattap oğullarından bir kayıp yeter'demiştir. Bir nevi hilafet anlamını da tazammun eden cumhuriyeti fiili kraliyet haline getirmişlerdir. Bu itibarla şimdi sahte hilafetler gibi sahte cumhuriyetlere cummelekiyye yani cumhuriyetçi kraliyetler deniliyor. Azerbaycan, Suriye buna air çarpıcı örneklerdir. Sahte hilafete saltanat denildiği gibi sahte cumhuriyete de 'cummelekiyye' yani cumhuriyetçi kraliyetler denmektedir.***Maalesef Hafız Esad rejimi bölgede kötü bir çığır açmıştır. Hem cumhuriyetin karakterini bozmuş hem de siyasi suikastlar geleneğini açmıştır. Benan Tantavi'den Müftü Hasan Halid'e kadar bu kanlı gelene devam etmiştir. Beşşar'dan sonra da Lübnan'da 'kara liste veya ölüm listesi' ölüm kusmuş ve bunun en sonki kurbanlarından birisi Refik Hariri olmuştur. Ama kan davaları çağdaş Emevilerin peşini bırakmıyor. Belki Hafız Esad'ın hesapları ahirete kaldı ama Canbolat ailesinden kelam Canbolat'a mukabil Esad ailesi de hem de Lübnan'da Basil'ı toprağa düşürmüştür. Kan yerde kalmıyor.