IŞİD’in Rakka’da Ürdünlü pilot Muaz Kesasibe’yi yakması ve ardından videoya kaydedip bunu servis etmesi, büyük infial meydana getirdi, insanların kanını dondurdu. Bunun İslami olup olmadığını da haliyle tartışmaya açtı. Elbette olaya bütüncül bakmayan, sebep yerine sadece sonuca odaklanan ve diğer Körfez ülkeleriyle birlikte IŞİD’e yönelik bombardımana katılan Ürdün yönetiminin de bunda sorumluluğu, payı var. Hatırlanacağı gibi IŞİD’e yönelik koalisyonun bombardımanları başladığında sanki gezintiye gider gibi BAE’li kadın pilot Meryem Mansuri  kokpitten poz verdiğinde hem ülkesindeki insanların kanına dokunmuş hem de dünyanın nefretini celbetmişti. Onun dışında ailesi de kendisinden teberri etmiştir.

Sonuçta atari oyunlarındaki gibi ama hakiki anlamda insanlar öldürülüyordu.  BAE, Muaz Kesasibe olayına benzer bir vartaya bulaşmadan IŞİD üzerindeki bombardımanlarına son verdi ve koalisyon ortaklığını dondurdu.

Bununla birlikte aynı filoya tabi olmalarına rağmen Meryem Mansuri’nin sağ salim kurtulduğu sorti de Muaz Kesasibe uçağının ateş alması sonucu kendisini fırlatma koltuğuyla birlikte nehre atmış lakin kurtarma ekiplerinin ortalıkta görünmemesi üzerine IŞİD unsurlarının eline esir düşmüştür.  Ardından haftasında yakılarak infaz edildiği ortaya çıktı. Ertesinde ise IŞİD'in olmayan bir rehine üzerinden Ürdün ile pazarlık görüşmelerinde bulunmuş lakin yayınladığı bir görüntü ile birlikte Muaz Kesasibe’yi çoktan infaz ettiği ortaya çıkmıştır. 

Elbette IŞİD’in vandallıkları saymakla bitmez. Savaş yasaklarından birisi müsle yapılmasıdır. Öldürülen düşmanın uzuvlarının kesilmesine, koparılmasına, deforme edilmesine ‘müsle’ denilmektedir.  Elbette insanın ölüsü de canlısı gibi hürmete layıktır. Bunun için gömülme işlemi yapılmaktadır.  Kaldı ki hadislerde belirtildiği gibi hayvan keserken bile onu rahatlatarak kesmekten söz eden veya rıfk ile muamele edilmesini isteyen bir dinin salikleriyiz. “Hayvan öldürülecekse, iyi bir şekilde öldürün. Hayvanı kestiğinizde iyi bir şekilde kesin, bıçağı bileyin, hayvana eziyet etmeyin.” (Riyaz üs-Salihın: 643). Savaş durumunda ve haricinde ikinci yasak ise insanların yakılmasıdır.

Libyalı alimlerden Ali Muhammed Sallabi’nin hatırlattığı gibi, insanın yakılmamasına dair sarih ve açık naslar, talimatlar bulunmaktadır. Sahih-i Buhari’de Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadiste anlatıldığı gibi, Peygamberimiz önce iki kişiye yakaladıklarında yakmalarını emretmesine rağmen mesele infaz aşamasına gelmeden bu emrini iptal etmiştir. Buhari tahriç ettiği hadisinde, bunun illeti olarak; ateşle cezalandırmanın ancak Allah’a mahsus olduğunu saymaktadır. Ebu Davud tarafından tahriç edilen benzeri bir hadiste de, yine ateşle ancak ateşin rabbinin cezalandırabileceği ifade edilmiştir.

Demek ki failin suçu ne olursa olsun ateşle cezalandırmak bir cebbarlık (tağutluk) göstergesidir. IŞİD keyfi davranışlarıyla birlikte bu yasağı ihlal etmiştir. Böylece İslam’ın sünnetini ve yasalarını bırakarak Haçlıların ve Moğolların sünnetine tabi olmuştur. Zira hem kitap hem de insan yakmak tarihte iki güruha nasip olmuştur. Bunlardan birisi Robert  Fısk’ın da ortaya koyduğu gibi Moğollardır.  İnsan ve şehir yakmak Moğolların çığırı/sünnetidir. Robert Fısk, IŞİD unsurlarının yaptığı gibi, insan ve kitap yakmanın Cengiz yasalarına uygun olduğunu hatırlatmaktadır.     

Bu yönüyle vahşette Cengiz’i andıran ve yasalarını uygulayan IŞİD, Moğolların dindar versiyonu olarak tezahür etmektedir. Robert Fısk, Batılıların hadise karşısında sadaklarında eksik olmayan klişe kavramlar kullanacaklarını, kıllarını kıpırdatmadan bunu vahşet, barbarlık olarak niteleyeceklerini hatırlatmaktadır. Müslümanlar da bunun semanın talimat ve buyruklarından bir sapma olarak göreceklerdir. Robert Fısk’e göre,  Beşşar Esat gibi bu meseleyle ilgili için için sevinecekler de çıkacaktır.  Bunlar şimdiden teröre karşı Ürdün yönetimiyle işbirliği zemini arıyorlar! 

Robert Fısk sözlerini şöyle bağlıyor: ”IŞİD değişmedi biz değiştik. Batılılar hilafet ilanı karşısında herkesle ve bütün müstebitlerle işbirliği zemini inşa ediyorlar. Beşşar Esat, Sisi ve Hamaney  yeni ortaklarından bazıları. Sonuçta şöyle bir oyun kurulmaktadır:  Ilımlılar aşırılara karşı harekete geçecektir. Arap zorba rejimleri aşırıların hakkından gelecektir. Bu aşırılar da IŞİD mensuplarından müteşekkil bulunuyor…”

Düşmanı ve görevi tayin eden Batı dünyası.  Belki de yerli ortaklarıyla birlikte üretenler de onlar!  Tarihte benzerine az rastlanan bir kurmaca hareketle karşı kayrayız.

Gerçekten de  Robert Fısk’ın yazdığı gibi, IŞİD Musul’da ve Diyala’nın Mikdadiye şehrinde topladığı yazma ve matbu her konuya ait binlerce kitabı ateşte infaz etmiştir. Ortaçağ’dan günümüze yeni bir tablo yansıtmıştır.  Ortaçağda Moğolların kütüphanelerden topladıkları kitapları Dicle Nehrine atmaları ya da engizisyon mahkemelerindeki papazların topladıkları kitapları ve insanları yakmaları gibi onlar da ellerine geçirdikleri eserleri yakıyorlar. Şimdiye kadar Musul’da Merkezi Kütüphaneden veya baskınlarda ve taramalarda ele geçirdikleri altı bin civarında kitabı yakmış bulunuyorlar.

Bununla birlikte Abdulfettah Sisi de bir zamanlar Paris’in yaptığı gibi Mısır çocuğu olan Yusuf Karadavi’nin kitaplarını Kahire Kitap Fuarına sokmamaktadır. Burada birbirini üreten IŞİD modellerinden söz etmek gerekir. 1968 kuşağından Tarık Ali’nin 11 Eylül sonrasında fundemantalizmler savaşından söz etmesindeki gibi.

Onun ötesinde ‘Seffah/kan dökücü ’ olarak anılan Abdulfettah Sisi, Nahda ve Rabia meydanlarını ateşe vermedi mi?  Bu da Moğolların şehirleri yakmalarını hatırlatmıyor mu?  Mısır’da Sisi’nin darbesinin hemen akabinde Ağustos ayında (2013) 37 kişi mahkum nakliye aracında yakılmadı mı?   Bunun hesabını soran olmadığı gibi hatırlayan bile az.

Ürdün’de Fetva Dairesi olayın akabinde bir bildiri ve beyanname yayınlayarak,  bunu yapan ve insanları çayır çayır yakan IŞİD  zümresinin hadis diliyle ‘cehennem kapısının tellalları’ olarak tasvir edildiklerini hatırlatmaktadır. Cehennem kapılarının davetçileri kendilerine uyanları içeri tıkmaktadırlar. Ürdün Fetva Dairesi tarafından İbni Mace’nin tahriç ettiği bir hadis, teville bu güruha uyarlanmaktadır:  Arzın üzerindeki en kötü ölüler onların ölüleri, en hayırlı ölüler de onların öldürdükleridir.  

Kur’an’da bahsi geçen bir başka yakma hadisesi de Ashab-ı Uhdud meselesidir.  Hendekler kazan ve ateş yakan insan zebanileri, sırf iman ettikleri için bir grup mümini bu ateş yakılı hendeklere doldurmuş ve atmışlardır. Ashab-ı Uhdûd'un kimler olduğu ve ne zaman nerede yaşadığı hakkında çok değişik rivayetler ve her bir rivayetin uzunca birer anlatımı vardır. Bu rivayetlere göre olay; Yemen, Necrân, Irak, Şam, Habeş, Mecûsî veya Yahûdî kralları tarafından meydana getirilmiştir. Bu rivayetlerden herhangi birinin doğruluğu kesin değildir. Zaten Kur'an da bu olayı; yer, zaman ve faillerini belirtmeden zikretmektedir. Allah'a inanmayan kâfir bir beldenin kralı, Allah'a inananları dinlerinden çevirmek, tekrar kendi sapık dinine döndürmek için müminlere eziyet eder, uzunlamasına ve derin hendekler, kanallar (Uhdûd) kazdırır. Bu hendeklerin içine büyük ateşler yakılır. Allah'a inanmaktan başka hiçbir günahı olmayan müminler hendeğin başına getirilir, Allah'a imanda ısrar edenler ateşe atılır, küfre dönenler ateşten kurtarılır. Bütün bu zor durumlarına rağmen müminler imanından dönmez ve ateşe atılırdı. Müminleri ateşe atan bu zalimler, hendeğin etrafına oturmuş olarak yaptıkları bu zulmü seyre dalarlardı. Fakat Cenâb-ı Allah o kâfirleri, aynı ateşle veya başka bir yolla helak etmiştir. Çeşitli rivayetlerin bildirdiğine göre, binlerce mümin bu hendeklere atılmış, fakat Allahu Teâlâ müminlerin ruhunu, ateşe düşmeden önce kabzetmek suretiyle onları, ateşin azabından kurtarmıştır.

Ali Muhammed Sallabi, Selman  Avde, Ali Muhyiddin Karadaği gibi alimler yakmanın hiçbir şekilde caiz olmadığını ortaya koyuyorlar. Abdurrahman Sudeys İslam’ın rahmet ve şefkat dini olduğunu ve rahmetten nasipdar olmayanların onu temsil edemeyeceklerini ifade ediyor.   

Kabe İmamı Abdurrahman Südeys, Ahmed Deedat’dan bir cümle aktarıyor:” Allah’ın en katıksız düşmanı, cehaletine taassup katan Müslüman olup, fiilleriyle İslam’ın hakiki yüzüne pejmürde eder  ve başkalarının da böyle algılamasını sağlar …”

ÜRDÜN REJİMİNİN GÜNAHLARI

Ürdün IŞİD çıktıktan sonra siyasi mühendislikle izah edilebilecek  çeşitli adımlar atmıştır. Selefi teorisyenlerden Ebu Muhammed Makdisi’nin ikide bir salınıp tekrar alınması gibi. Körfez rejimlerine ilişmesi veya tekfir etmesi nedeniyle Ebu Muhammed Makdisi içeri alınırken IŞİD’e yönelik içeriden eleştirilerinden dolayı salıverilmektedir. Bu Ürdün rejiminin yalpalama (tahabbut) halini göstermektedir.  

Ebu Muhammed Makdisi’yi Körfez ülkelerini tekfir etmesine rağmen IŞİD muhalefetinden dolayı salıveren Kral Abdullah (II) yönetimi, bir başka garabet örneği sergileyerek Birleşik Arap Emirlikleri'ne ‘dil uzatması nedeniyle’ Müslüman Kardeşlerin Ürdün’deki ikinci adamı  Zeki Beni Erşid'i tutuklamış ve hapse atmıştır. Ürdün yönetimi, dengesini kaybetmiştir. Ürdün rejimi daha önce kaldırdığı idam cezasını yeniden tartışmaya açmadan intikam saikiyle yeniden işleme koymuş, siftah olarak da IŞİD anası olarak yaftalanan Sacide Rişavi’yi idam etmiştir. Keza Ziyad Kerbuli de bu intikam furyasında infaz edilmiştir.. Bu misilleme ile, gözü dönmüş bir örgüt emsal alınmıştır. Belki de bütün bunları örteceğini düşündüğünden Kral Abdullah kendisinin Hazreti Peygamberin sülalesinden olduğunu hatırlamıştır.  Bununla birlikte Hindistanlı muhaddis  Muhammed Zekeriyya Kandehlevi ,"Fitne-i Serrâ’nın dumanı ehl-i beytimden bir adamın iki ayağı altından çıkar (yâni o sebebiyet verir). O kendini benden zanneder ama benden değildir.”(Ebu Davud-4077, Ahmed-2/133) hadisini dedesi Şerif Hüseyin’e uyarlamıştır.

Meselenin özeti şudur: Kan bağını, nesep bağını, amel bağı tamamlamalı. Yoksa nispet eksik kalacaktır.