İran dış politikasını daha geniş perspektiften izlemek gerekiyor. Halbuki, Türkiye’de bu konuyla ilgili sağlıklı bir yayın akışı ve izleme süreci yok. Maalesef Türk basını olayların ciddiyetine müdrik değil. Akışından da kopuk. Olayların gerektirdiği düzeyde ve seviyede yayın yapamıyor. Zira öyle bir kaygısı ve ideolojisi yok. Ulusalcı basın sadece mevziini korumak için tutucu yayınlar yapıyor. İran üzerinden Türk dış politikasını veya AKP’nin dış politikasını vurmaya çalışıyor. Meseleye ideolojik bakıyor ama yanlış ideoloji üzerinden bakıyor. Diğer basın ise eyyamcı. Zaten doğrudan İran’ı izleyen yayınlarımız veya uzmanlarımız yok. Varsa da azın azı veya hiç mesabesinde. Aslında, İran çok zaafları olan bir ülke. Güçlü tarafı ise asabiyeti ve ‘direniş edebiyatını’ dış politika için seferber edebilmesidir. Türk basını ise tamamen eyyamcı. Bundan dolayı köşeleri olmayan yuvarlak bir yayın çizgisi takip ediyor. Amberin Zaman gibi yazarlar Türkiye’nin Suriye’ye müdahale veya karışması politikasını Neoconculuk olarak yaftalayabiliyor. Halbuki, Dick Cheney ve Micahel Rubin gibi Neoconcular tam tersine Türkiye’nin bölgeye karışmasını istemiyorlar. Sarkozy’nin de böyle olduğuna kalıbımı basarım. Bunun İsrail’in hesabına olmayacağını düşünüyorlar. Amberin Zaman gibiler bu anlayışlarıyla aslında Sibel Sibel Edmonds’un çizgisini benimsemiş oluyorlar.
İran’ın dış politikasına gelecek olursak… İran ile birlikte İsrail pazarlıkta kök söktüren iki millettir. Hazreti Ömer’e atfedilen lakin doğruluğunu bilmediğim bir söz var: Keşke İran’la aramızda ateşten bir duvar olsaydı! Burada atıf doğru ya da yanlış olabilir lakin İran hiç kolay bir ülke değildir. En kolay o yıkılmış lakin en uzun süre de onun ruhu direnmiştir. Bölgenin kimyasına en uzak olan ülkedir. Diğer bölge ülkeleriyle ve halklarıyla kaynaşma imkanı da oldukça sınırlıdır. İran’ın zorlu politikalarına Araplar ‘siyasat el haffat’ yani ‘brink policy’ adını veriyorlar. Uçurum politikası. İran uçurumun kenarına kadar gelir ve istediğini elde eder. Ya da elde edemez.
*
Bu dış politikasının güncel bazı araçları ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi enformasyon savaşlarında karartma uygulamaktır. Bölgedeki soğuk savaşın parçalarından birisi basın-yayın veya psikolojik savaştır. Bu savaşta İran’ın kendisine göre araçları var. Press TV, Alem Kanalı ve bunlara ilaveten Irak, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde faaliyet gösteren candaş yayınları sayabiliriz. Bunlara ilaveten bizim ulusalcı basınımız da hükümete muhalefet olsun diye İran davulu çalıyor. İran bununla da kalmıyor rakiplerini ve hasımlarını susturmak için her yola başvuruyor. Bu yollardan birisi de muhalif yayın organlarına parazit yaparak karartma uygulamasıdır. El Cezire ve Arabiya ve Rafideyn gibi kendisine muhalif olarak tasnif ettiği ve gördüğü yayın organlarının sesini bu yöntemle kesmeyi deniyor. Dolayısıyla İran psikolojik savaşta her unsura ve kuraldışı yöntemlere de başvurmaktadır.
İran’ın dış politikalarından birisi de önce gerçeği söylemek ardından da kıvırtmaktır. İstenmeyen durumları veya beyanatları tercüme hatasına hamletmektir. Bu birkaç defadır tekerrür ediyor. Sözgelimi Alaeddin Burucerdi önce Karayılan’ın yakalandığını duyurdu ve ardından sözlerinin yanlış anlaşıldığını veya yanlış tercüme edildiğini söylemiştir. Ya da Murat’ları karıştırdığını ileri sürmüştür. Karıştırdığı Murat’ın Karayılan olduğu belli de karıştırmadığı Murat hangisiydi o anlaşılamamıştır. Nejad’dan sonra Muhafazakarların cumhurbaşkanı adayı olarak adı geçen Bedir Tugaylarının Komutanı Kasım Süleymani İran’ın Irak’ın ve Lübnan’ın güneyini doğrudan yönettiğini söylemiştir.
*
Türkiye’nin Irak’ın içişlerine karıştığını söyleyenlere ithaflık bir beyanat! Zaten bu malumu ilam kabilinden bir açıklamadır. Zira bilinen bir husustur. İran’ın Lübnan Büyükelçisi Gazanfer Rüknebadi bu sözleri tevil etmiş ve doğrudan yönetme yerine bu ülkelerin veya bölgelerin İran’dan ilham aldıklarını söylemiştir. Halbuki, Nasrallah gençliğinde bile Lübnan’da bağımsız İslami bir rejim değil İran’a bağlı bir yönetim istediklerini söylemiştir. Gazanfer Rüknabadi, Kasım Süleymani’nin sözlerinin bozuk ve yanlış tercümeden dolayı yanlış anlaşıldığını savunmuştur. (http://www.abna.ir/data.asp?lang=2&Id=292088 ). Biz de inandık! Kasım Süleymani vakasında da bir kez daha Alaeddin Burucerdi vakasıyla karşılaşıyoruz. Ne yapalım alıştık artık.
İran’ın dış politika araçlarından birisi de tehdit ve şantajdır. İran Batı’nın kendisine ambargo ile ticari bir savaş açtığını düşünüyor. Ambargoyu ticari savaş olarak görüyor. Hürmüz’ü kapatmasına karşı Arapların kendisine yönelik karşı adımlarını cezalandıracağını da söylemiştir. Körfez ülkelerinin karşı adım olarak petrol üretim kapasitelerini artırmaları ve kotalarını aşarak ‘ticaret savaşına’ katılmaları halinde onları tehdit etmiştir. Keza Kürecik meselesinde de İranlı yetkililer Türkiye’yi doğrudan tehdit etmiş ve buna mukabil Nejad İngiliz elçiliğine saldırılması hadisesinde olduğu gibi Türkiye ile ilişkileri germe ve bozma politikasının da Hamaney ve ekibinin marifeti olduğunu savunmuştur. Türkiye’nin Bağdat elçiliğine saldırılması tesadüf müdür? Zaten İngiliz elçiliğine saldırıdan sonra İran dışişleri bakanlığı farklı bir tavır sergilemiştir. Türkiye meselesinde de İran hariciyesinin farklı bir telden çaldığını görüyoruz. Kısaca hem dış hem de iç cephelerde birden fazla savaş var. Kıran kırana…