Avrupa Birliğinin 2012 Nobel Barış Ödülünü kazanması, küresel yönetim savunucularının kalbini hoşnut etti.  Son yıllarda evrensel yönetim fikrinin pek çok formülasyonu ortaya atıldıysa da çağdaş yaklaşımların birçoğu “tek dünya” yürüyüşünün nereye varacağının modeli olarak AB’i almaktadır. Her şeyden evvel, mademki “küresel sorunlar küresel çözümleri gerektirir” kıta çapındaki AB, pek çoklarını tüm gezegen için bir paradigma olarak büyülemektedir. AB’nin kuruluş gerekçesinin köşe taşı ve AB’ye barış ödülü vermenin aklî gerekçesi, AB’nin ekonomik ve siyasi bütünleşmesinin, dünyada temel ve sürekli savaş nedeni olan baş belası ulusçu güçleri bastıracak olmasıdır.

Öte yandan, AB’de bugünkü vaziyete bakınca, özellikle de ortak para birimi olarak avroyu kullanan ülkelere bakınca, gelecek öyle pek çekici durmuyor. Doğrusu, Norveç’in barış ödülü komitesi açıkça AB’ne can simidi atarak son on yıllarda aldığı kararların ne denli siyasileştiğini ispatlıyor. Avro bölgesi krizdedir; Yunanlılar ve İspanyollar ayaklandı ve Alman hegemonyasına karşı gösteri yapıyorlar; AB kenarda dururken terörle savaş hız kesmeden sürüyor. Geleneksel olarak Avrupa’ya karşı şüphe besleyen Birleşik Krallık’ta, AB ile İngiltere ilişkilerinde köklü bir değişiklik baskısı her geçen gün artıyor ve hatta Avrupa’da bütünleşmeci hissiyatın merkezi Almanya’da bile nankör Akdeniz ülkelerine karşı halden anlayan dostane duygular azalıyor.

Olması beklenen hiç de bu değildi; ulusçuluk gitgide aşınacak, yerini “Avrupalılık” alacaktı. Tam aksine, hissedilir ekonomik sıkıntı ve gerek bizzat AB gerekse üye devletler olsun, üst liderlerin liderlik yoksunluğuna cevap olarak ulusçuluk geçerli tepki olmuştur. Neden öyle olmasın ki? Ulusçuluk - din ve siyasi ideoloji gibi – Karl Marks’ın teorileştirdiği ekonomik kuvvetleri yansıtan bir “üst yapı” değildir. İşin aslı, böylesi sosyal kuvvetlerin kendilerine münhasır sebep ve sonuçları vardır. Ulusçuluk, ülkeler arasındaki esaslı anlaşmazlıkları azdırırsa da bizâtihi ihtilaflar/farklılıklar, gerilim ve husûmet yaratmaya yeterlidirler. Kısacası, AB’nin temelinde yatan teori, AB’nin Avrupa’da barışı garanti edeceğine inanların olmasından korktuğu üzere, yanlıştır.

Düzenleyici devletin gücünü artırmak; seçilmiş yetkililerin rollerini azaltıp onların rolünü uzaktaki bir başkentte bulunan bürokratlara aktarmak;  bir kimsenin hasım dış güçlere karşı kendini koruma ve savunma kabiliyetini çarçur etmese amaç, o halde AB izlenecek bir modeldir. Fakat şüpheciler diğer uluslarla AB formatında veya dünya çapındaki kurumlarla “egemenlik paylaşımının” küresel sorunları kaçınılmaz olarak çözmeyeceğinden endişe duyuyorlarsa bağışlanabilirler. Ulusal yönetimlerin, hatta anayasal demokrasilerin, kontrol edilmesi zordur ve bir yönetim vatandaştan ne kadar uzaksa kontrol edilmesi de o denli zorlaşır. Ottawa veya Washington’daki yönetim küstah yahut irtibat kurulmaz haldeyse, küresel ölçekte olacak olan nedir?

Küresel yönetim tekliflerinin demokratik, anayasal toplumlar için yarattığı başlıca soru, sorun çözme kabiliyetinin gerçekten artıp artmadığı ve yönetim kararlarında vatandaş denetiminin azalıp azalmadığıdır. Her bir vakada, küresel yönetim savı sırf daha iyi sonuçlar alma emeline dayanır. Somut gerçeklik ise bireysel özgürlüklere ve yönetim erki üzerinde anayasal kısıtlamalara saygılı bir tarihi olmayan ulusların küresel yönetime katılmalarının sadece bireysel özgürlüğü tehdit etmesidir.

Savaş, hastalık, çevre, yoksulluk ve benzeri şeyleri küresel diye vasıflandırmak, berraklaştırmadan çok bulanıklaştırmaktadır. Böylesi korkunç derecede geniş “meselelerin” nasıl ele alınması gerektiği ile onları küresel karar mekanizmalarına başvurarak düzeltilemeyeceği hatta azdırılacağı arasında büyük farklılıklar vardır. Mesela 20’nci yüzyılda özgürlük ve Komünizm arasındaki büyük savaşta BM ne kadar rol oynamıştır? Hiç. Çünkü bizatihi ihtilaf, BM üyelik yapısında yatıyordu. Çıkar ve değer farklılıkları beşeri halin bir parçası olmayı sürdürdükçe savaş ve barış gibi köklü meseleler dünya çapında yarı saydam kurumlarla kolayca çözülmez.

Aynı şey, ulus devletin gücünü azaltma gerekçesi olarak teşhir edilen iklim değişikliği gibi diğer küresel meseleler için de söylenebilir. Küresel ısınmanın nedenleri ve çapı hakkında bilimsel tartışma sürerken, ferdi ekonomik faaliyet ve ulusal ekonomiler üzerinde daha fazla uluslararası kontrol isteyenlerin savları değişmiş değildir. Mesele küresel ısınma değil de küresel soğuma olsaydı, daha fazla yönetim (yahut hükümetler-arası) yetkisi isteyenlerin kendimizden emin bir şekilde yine aynı savları ileri sürecekleri çıkarımında bulunabiliriz. Onların gerçek amacı bu;m küresel ısınma meselesi sadece bir araçtır. Kısacası,  kamu politikası düzleminde, iklim değişikliği değil “güç karşısında özgürlük” meselesidir bu. Söz konusu politika tartışmaları en iyi gerçek demokratik toplumlarda ulusal ve yerel düzlemde yapılıyor yoksa iklim değişikliği hakkında hükümetler arası konferansların yapıldığı Kyoto ve Kopengah gibi sûni yerlerde değil. Medya fantezileri, küresel sorunların en iyi nasıl çözüleceği hakkında bize bir şeyler söylemesi gereken işe yarar sonuçlar üretmiş değildir.

Rüya gibi çekiciliğine ve savunucuların ısrarına bakınca, küresel yönetim maalesef ortadan kaybolmayacak bir konudur. ABD’de iç siyasi tartışmalardan çıkan sonuçların tatmin etmediği insanlar bu meseleleri uluslararası meseleler haline getirmek için sürekli olarak didiniyor, oralarda Kongre veya devlette olduğundan daha iyi sonuç çıkmasını umuyorlar. İdam cezasına karşı çıkanlar küreselleşiyor; silahların kontrol edilmesini savunanlar küreselleşiyor; kürtaj savunucuları küreselleşiyor ve sayısız benzerleri var. Burada gerçek mesele, pek çok kişinin “iç tartışma” diye nitelendirdiği bu veya şu tartışmada hangi tarafı tutuğunuz değildir. Gerçek mesele kimin karar vereceğidir: Anayasal sistemlerde demokratik halk mı yoksa uzaklardaki hesap vermeyen uluslararası kurumlarda müzakere yürüten bürokratlar mı?

Yazar hakkında: American Enterprise Institute üyesi; George W.Bush döneminde Amerika'nın BM büyükelçiliği görevini yürütmüştür.

Kaynak: Ottawa Citizen

Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı