ABD’de bulunduğum bir aylık dönem zarfında Ortadoğu hakkında özel ve halka açık sohbetlerde İran meselesinin – ABD’de birçok çevrede İran tehdidi olarak da anılmaktadır – artık aciliyeti olan veya tehdit edici olan bir mesele olmadığı izlenimini edindim. Bunun başlıca sebebi, söz konusu olan Ortadoğu olduğunda, ABD’nin iki işi bir arada yapmakta zorlanmasıdır galiba; başka bir ifadeyle, tek seferde birden fazla büyük meseleyi ele almakta sıkıntı yaşıyor.

Kendi uranyum zenginleştirme tesislerine ve nükleer yeteneklere sahip bir İran tehdidi neo-conlar, İsrail yanlıları ve İran’ı kolay bir hedef ve günah keçisi olarak gören diğer gruplarca  son yıllarda Amerika’da çokça pazarlandı; her iki taraftaki tarihi öfke ve bölgesel stratejik meseleler gibi İran-ABD siyasi gerilimleriyle alakalı çeşitli nedenleri var bunun.

Bugün üç önemli mesele var ki İran konusunu Washington’da hiç değilse şimdilik dış politika sahnesinin arkasına atmış gibi görünüyor: Amerika’nın Irak ve Afganistan’dan çekilişi, Arap dünyasındaki vatandaş başkaldırısı ve ayaklanması ve Filistin devletinin BM’de tanınma arayışı ve bunun diplomatik yankıları.

İran, ABD’yle ilişkileri bakımından son bir-iki yıl içerisinde pek değişmedi. Ancak Amerika’nın İran’ı tehdit olarak algılaması ve bunun tehlikeleri bir miktar azalmış görünüyor zira ABD’nin eli yukarıda andığımız üç meseleyle dolu. Washington ve Amerikan siyasi kültürü kendilerini başkentte zincirlerini koparmış halde dolaşan ideolojik lobilerin çoşkun aşırılıklarından koruyup dış politika meseleleri üzerinde çalışmak ve meseleleri hayallere  değil gerçeklere dayalı şekilde kendi içinde değerlendirme yapmak üzere işlerine baktıklarında en iyi şekilde işliyor.

Merkezi Washington’da bulunan Woodrow Wilson International Center for Scholars’da birkaç gün önce düzenlenen bir toplantıya katılma keyfini yaşadım; İran politikasının birbirine bağlı ülke içi ve bölgesel boyutları incelendi bu toplantıda. Ele alınan meselelerden biri de İran’ın Arap dünyasındaki ayaklanmalara nasıl tepki verdiği ve bölgedeki Arapların karşılık olarak İran’ı nasıl gördükleri idi.

Benim anladığım kadarıyla İran ve ABD kendilerini alışılmışın dışında benzer durumda buluyorlar; Arap başkaldırısı her ikisini de savunmasız yakaladı; gözle görülür bir kafa karışıklığıyla tepki verdiler; her ikisi de Arap dünyasında şu an yaşanmakta olan dönüşümlerin kısa vadede kaybedenleridir; söz konusu olan İran olduğunda dört şekilde oluyor bu.

Birincisi, sadece birkaç Arap hükümeti ve siyasi hareket şu an İran’ı açıkça eleştiriyor ve İran’a, onun Arap müttefiklerine yahut vekillerine direniyorlar. S. Arabistan, açık bir İran karşıtı kampanyanın başını çekiyor; Bahreyn kralını bugünlerde doğrudan destekliyor, Lübnan’da Hizbullah’a karşı çıkıyor, Suriye’de Esad rejimini zayıflatmaya ve devirmeye bakıyor. Bu karşılaşma bazen “Sünni-Şii çatışması” olarak telaffuz ediliyor ki ben şahsen bunu oldukça abartılı ve basit buluyorum. Körfez İşbirliği Konseyi’nin Bahreyn’deki ayaklanmayı bastırmak için siyasi, askeri ve iktisâdi varlık olarak ileri sürülmesi, İran’ı geriye itelemenin en çarpıcı dışavurumuydu.

İran’ın kaybettiği ikinci yer, Suriye’dir; dolayısıyla da Suriye-İran-Hizbullah bağlantılarıyla Lübnan’da da kaybetmektedir. Eğer Esad rejimi zayıflar veya düşerse, İran’ın stratejik bir ortağı kaybetmesi muhtemeldir – ki Suriye 1979 İslam Devrimi’nden bu yana Arap bölgesindeki birkaç dış politika kazanımından birini temsil etmektedir. Suriye’de yaşanacak bir değişimin İran-Hizbullah lojistik bağlantıları adına da neticeleri olacaktır; bu neticeleri bugünden kestirmek zor ama önemli olacakları kesindir.

İran’ın üçüncü kaybı, İsrail’e söylemsel saldırılar düzenleyerek Arapların teveccühünü kazanma teşebbüsünün iki gelişme sayesinde büsbütün marjinalleşmesidir: Arap-İsrail meselelerinde çekim merkezi BM’e ve diğer diplomatik bölgelere kayıyor; Türkiye çıkıp geldi ve İran’ın yaptığından çok daha muteber bir şekilde İsrail’e diplomatik olarak meydan okuyan bölgesel güç rolünü üstlendi.

İran’ın Arapların nazarından düşmesinin dördüncü sebebi, Arap dünyasının merkezi, güvenlik eksenli, ekonomik bakımdan haris İran modelinin cazibesini azaltan hesap verebilir demokratik sistemler kurma arayışındaki ayaklanmalarla meşgul olmasıdır. Arapların İran politikalarını alkışladığı üç alan – devrimci gayret, İsrail’e meydan okumak, ABD ve Batıya karşı dik durmak – Arapların ve Türklerin hâkim olduğu alanlar oldu artık. İran, Arapların siyasi hüsranını veya zayıflığını duygusal olarak tazmin eden vekil rolünü kaybediyor.

Kaynak: Daily Star

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı