İnsan bir kez zihninde düşmanlar edinmeye görsün. Yeryüzünde kafasındaki düşman modeli kalmasa da o onu yaşatmaya devam eder. İnsana verilmesi gereken önemin başka alana kaydırılmasıyla başlayan tutum, genelde hissiyata yaslanarak varlığını sürdürür.
İnsanın hakikati bulma ihtimali, onun her zaman önemli varlık olmasın için yeterli sebeptir. İnsana ait değeri, ülke vurgusundan da kopuk, vatana ait kılmak, farklı bir değer algısına yaslanarak inanmayı beraberinde getirir. Ortaya çıkan ulus devlet anlayışı, toprak öncelikli bakışla karşılıkla beslenmeye durur. Neticede evhamın körüklediği ırkçı anlayış için, kendisi gibi düşünmeyenler potansiyel vatan haini konumuna mahkûm edilir. Hatta kendisi vatan için canını vermeye hazır olduğu düşüncesinden yola çıkarak, "hain"lere haddini bildirme adına yasaları çiğneme hakkını kendinde görür.
"Söz konusu vatansa gerisi teferruattır" vurgusu ve benzer deyişler, hissiyat üzerinden yapılanı/yapılacakları meşru hale getirir. Öte yanda, insanı merkeze alan anlayış ile arasında devlete karşı üstlendiği sorumluluklarda bir fark yoktur. Ancak farklı düşünce mensupları hamasi sloganlarla kendilerini ifade etmediklerinden vatanı/ülkeyi sevmedikleri yaftasını "hak etmiş" olurlar.
Cumhuriyet tarihi boyunca ülkeyi sevmenin ölçüsünü ve biçimini belirleyen hamaset, herkesi aynı ırk potasında eritme hevesinin mühendisliğinde karşı dalgayı besledi.
Öncelikle ülkeyi her vatandaşın sevdiğine inanmak gerekir.
Kişinin beyanı ve açık icraatı, sevmediğinin ifadesi olana kadar, aynı kabul içinde olmak, insana verilmesi gereken önemin gereğidir. Ayrıca her insanın veya camianın ülkeyi farklı saiklerle sevmesi de mümkündür. Her şeyden önce, bir başka insanın da bu ülkeyi sevebileceği düşüncesi, o insana da, herkes kadar, hak tanındığının bir göstergesidir.
Toplumsal sorumluluklarını yerine getiren insanların devletten eşit hizmet almaları ve onurları zedelenmeden yaşamalarının karşısında, korkulu tutum içinde, kendini merkeze koyup "vatanın sahipleri" argümanı, bu ülkeye çok şeyler kaybettirirdi. Ateş ve barut bu tutumla üretildi. Cumhuriyetin kurucu iradesi, toplum mühendisliğinin yanında metafiziği sadece kan bağını yüceltmede mubah gördü.
Gelinen aşamada, ülke on binlerce insan hayatına mal olan süreçlerden geçmeye çalışıyor ve mesafe almanın maliyeti de büyük oluyor. Sorunun derununda insan fıtratı yerine soy bağını temel almanın getirdiği, ayrımcılığı keskinleştiren, hastalıklı bakış yatıyor. Üstelik bu tutum eğitimin alfabesinde, okulun kapısında başlıyor. "Varlığını Türk varlığını" armağan etmesini istediğimiz çocukları bırakın, yetişkinler dahi bu varlık konusunda hem fikir değil. Söz konusu "Varlığın" insandan kıymetli oluşunun nedeni de biliniyor değil.
Eğitimle başlayan, askerde savaş sanatına, üniversitede bilime taşınma mücadelesi verilen asabiyet laboratuar sonuçlarında; "Bir Türk dünyaya bedeldir, Türkün Türkten başka dostu yoktur" sonucunu görmek istiyor.
Erzurum'da bir ilköğretim müdürünün yetkililerin de bulunduğu toplantıda söyledikleri hamasetin kaydettiği aşamayı izah eder mahiyettedir.
20 Şubat tarihli görüntülü haberde müdür bey, kan tahlillerinde, çocukların vatana millete faydalı olup olamayacaklarının tespit edilmesini ve potansiyel zarar taşıyanlarının daha yürümeye başlamadan öldürülmelerini öneriyor. Teklifine de Brezilya'da böyle bir örgütün varlığını delil getiriyor.
"Meczup" denilerek geçilecek kadar basit değil olay. Konuşan bir öğretmen.
Milletin çocuklarını emanet ettiği okulun en yetkili kişisi.
Toplantı il düzeyinde yetkililerin katılımıyla gerçekleşiyor.
Mesele bir kişinin tutumu değil. Eğitim safhalarından geçerek eğitimci olan benzer binlerce anlayışın varlığı. "Vatan Millet" adına günahsız çocukların öldürülmesini öneren öğretmen ve karşısında gülümsemekle yetinen hazirun.
Yeni anayasa çalışmaları için, negatiften bakılınca, önemli verilerdir söz konusu ettiğimiz örnekler ve benzerleri. Yanlış örnekler gösteriyor ki, korku yerine, insanı ve güveni merkeze alarak işe başlamalı. Ayrımcılığa açılan kapıların yerine doğuştan hür ve günahsız insanı koyarak devam etmeli. İnsanın varlık tasavvuruna saygı gösteren, değerlerinin yaşamasını kolaylaştıran hakem devlet anlayışı anayasanın ruhunu oluşturmalı.
Bir gerçek olarak biliniyor ki, yasalar her şeyi çözmez. Kanunlar insanları terbiye etmek için var değildir. Değerler, bizatihi kendi güçleriyle, ikna olgusunu başarma durumundadırlar.
Ortak kalkış alanı olarak insanın önemi ve fıtratının özellikleri gözden ırak edilmemeli.
Çocuğun, nerede, ne zaman, hangi anne ve babadan doğmuş olursa olsun temiz/günahsız olacağı İslam öğretisinde önemlidir. Fıtratın talepleri, ego ve karşı egolar üzerinden düşünüldüğünde asli vatana ait bulgular ortaya çıkmış olur.
Temiz bir toprak misali başlayan çocukluğun, aynı minval üzere varlığını sürdürüp salih eylemlere imkân vermesi için aşkın bir değerin yol göstericiliğine ihtiyaç vardır.
Vahiy ölçüyü, adalet merkezli söylemiyle bir teklif olarak insana sunar. Vahiy yeryüzünde ne kadar söz/söylem varsa insanın seçimine sunulmasının, "sözlerin en güzelinin" seçilmesini önerir.
Her medeniyet, insana verdiği önemle, kendini ifade etmeye yönelir. Daha çocukken öldürülmeyi öngören anlayış istisna bir durum olsa da, kan'a dayalı dost ve düşman tanımlaması; doğru, yanlış algısı azımsanmayacak bir kitleyi ilgilendiriyor.
Twitter: http://twitter.com/ahmetmercan61