Karşımızda, zıt gibi görünen lakin gerçekte birbirini tamamlayan iki zıt Türkiye tasavvuru veya fotoğrafı var. Bilindiği gibi, Aslı Aydıntaşbaş bir zamanlar Türkiye ile alakalı olarak Malezya modelini ortaya atmıştı, lakin tutmamıştı. Ne de olsa Malezya modeli kapitalizmle özdeş bile olsa nispeten içinde İslami tonlar barındırıyor. Ya da Mahatır Muhammed’in 1997 krizinde yaptığı gibi ekonomide, müdahaleci ve bu anlamıyla tam küresel değil. Lakin Dubai Batı’nın bir küreselleşme üssü. Ve çokları bu modele benzemek istiyorlar. Hong Kong el değiştirdikten ve gözden düştükten sonra Dubai modeli yükselmeye başladı. Bu modelde bütün ilişkilerin merkezinde para var.

Para her kapıyı açan sihirli bir anahtar. Napolyon’a diz çöktüren para Dubai’nin tek geçerli değeri. Kazakistan’dan yeni dönemde Çeçenistan’a kadar birçok ülke veya bölgenin gözü böyle bir küreselleşme üssü olmak ve dünyanın cennetlerinden birisi haline gelebilmektir. AKP döneminde Türkiye’nin de böyle bir vizyona sahip olduğu ileri sürülmektedir. Türkiye ile alakalı bu tasavvura geçmeden önce başka bir tasavvuru analiz edelim. Bilindiği gibi Yusuf Karadavi tanınmış bir İslamiyatçıdır ve alimdir. Burada ilahiyatçı yerine İslamiyatçı dedik zira ihtisas sahası İslami ilimlerdir. Lakin bir başka kafa yorduğu alan da laiklik meselesidir. Ve laiklikle alakalı bir kitabı da vaktiyle Türkçe’ye çevrilmiş idi. Karadavi, vasatiyet fıkhının imarları arasındadır. Şimdi Ahmet Kurucan gibiler de vasatiyet fıkhına mümasil Flexibility fıkhı/esneklik fıkhı üretmekle meşguller. Bazen bu tarz anlayışlara ‘omurgasız yaklaşımlar da’ deniliyor. Esnete esnete bazen işin köşesi kalmıyor. Neyse. Lakin Karadavi vasatiyet arayışı çerçevesinde zamanında aşırılık ve tekfir hastalığına temas eden kitaplar kaleme almıştır. Bu alandaki bir başka eseri de Islamic Awakening between Rejection and Extremism/ Red ile aşırılık arasında İslami uyanış kitabıdır. Laiklik meselesinde Mısırlı Fuad Zekeriya ile de akademik tartışmalar içine girmiş ve eserinde de buna temas etmiştir.

*

Ahmet Taner Kışlalı gibi Karadavi de Türkiye -Tunus benzerliğini vurguluyor. Hayatta iken Çoşkun Kırca da aynı benzerliğe başvururdu. Lakin Kırca’nın Habib Burgiba’ya eleştirileri de vardı. Sözgelimi, İslami referansları eğip bükse de toptan kaldırmadığından ve referansı iptal yerine, referans tevilciliğini benimsemesinden şikayetçi olurdu. Kırca isterdi ki, palavradan ve riyakarlıktan da olsa İslam’ın adı hiç anılmasın. Buna paralel olarak Ahmet Taner Kışlalı, Tunus’a giderek yazdığı yazılarda İslam dünyasında Türkiye’ye en çok benzeyen ülkenin Tunus olduğunu keşfetmişti. Karadavi de aynı tespitlere katılıyor ve laikliğin iki aşırı örneğinin ve modelinin Tunus ve Türkiye’de uygulandığını beyan ediyor. Bayraklarıyla da karıştırılacak derecede birbirine benzeyen bu iki ülke, aşırı bir modeli temsil ediyordu. Dolayısıyla Karadavi, Türkiye ve Tunus’un İslam dünyasının laik uygulamalarda iki uç örneğini temsil ettiğini yazmış ve bunu bir kitapla da nazariyat alanına taşımıştır. Demek ki, Türkiye ile alakalı tasavvurlardan birisi Türkiye’nin Tunus’la birlikte laikliğin aşırı uç üslerinden ve temsilcilerinden birisi olmasıdır. Kışlalı ve Çoşkun gibi taraftarlarının da, Kardavi gibi karşıtlarının da tespitleriyle bu böyledir.

*

Gelelim ikinci modele ve Dubai ile karşılaştırılmasına. Bu karşılaştırmayı yapan da yine tanıdık bir isim. Şia Dirilişi kitabını yazarak ABD’nin Şiiliğin siyasi hamisi olmasını ve şemsiyesi altına almasını tavsiye eden Veli Nasr bu defa aşırılığın panzehiri olarak Dubai-Türkiye modelini veriyor ve öne çıkarıyor. İdeoloji ağırlıklı Tunus-Türkiye modeli yerine para ağırlıklı Dubai-Türkiye modelini öneriyor.

Servetin Gücü adlı yeni eserinde aşırılığa karşı sermayenin ve piyasanın gücüyle başa çıkılabileceğini ve Dubai ve Türkiye’nin yeni rolünün bu olduğunu ve dolayısıyla bu modelin yaygınlaştırılması ve genelleştirilmesi gerektiğini savunuyor.  Türkiye, tanımına göre küreselleşmenin merkez üslerinden birisi haline gelmiştir ve bu anlamda, Batı’nın uydu ve üslerinden birisi olmaya namzettir. İslam dünyasında gönülleri ve akılları kazanma, fethetmenin  mücadelesinin din üzerinden değil para ve maddi kalkınma üzerinden sağlanması gerektiğini vazediyor. Yani kısaca aslında kuralcı laiklik yerine kuralsız veya post modern dünyevileşme ve sekülerizmin ikame edilmesini tavsiye etmektedir. ‘Dindarların müteahhit haline getirilerek mücahitlikten kurtarılacaklarını ve tüketimle de diğer aşırılıklarının törpüleneceğini’ ortaya koymaktadır. Nasr’a göre, bu noktada Türkiye ve Dubai birer köşe taşı. Batı dünyası Nasr’ın bu kitabını yeni fikirler ve düşünceler bağlamında bir devrim olarak nitelendiriyor. Şapka çıkartıyor. İslamcıların küresel manada nasıl ayartılabileceklerinin ve merkeze çekilebileceklerinin mühendisliğine soyunmaktadır.

Veli Nasr’ın bu çalışması ve çabası aslında ilahiyat alanında Cherly Benard’ın yapmak istediğini ekonomik alana ve sahaya taşımaktan veya yansıtmaktan başka bir şey değildir. Bu daha örtülü bir ayartmadır ve kim ne derse desin Türkiye’de 1980 yılından beri büyük mesafeler kat etmiştir. Bu amaç, Türkiye’de kısmen veya azami derecede başarılmış görünüyor. Gerçekten de öyle. Bu olsa olsa eski Kemalizm adına eski İslamcılar üzerinden yeni Kemalizm üretmektir. Herhalde hadislerin diliyle, ahirzamanda Müslüman yatıp gavur kalkmak böyle bir şey olmalıdır.