Nisan ayı sonlarında ve Mayıs ayı başlarında (2010) GAP turu ve Suriye ziyaretinde idik. Yolculuk sırasında çağdaş İbni Rüşd veya İbni Rüşd’ün muakkiplerinden sayılabilecek olan bizde de nispeten tanınan Muhammed Abid Cabiri’nin vefatını öğrendim. Bir defasında da kendisiyle yüz yüze tanışma fırsatı bulmuştuk. İstanbul Belediyesine bağlı kültürel teşekküllerin tertip etmiş olduğu ağırlamalardan birisine Cabiri de konuk olmuş ve bu vesile ile hem konferansını dinlemiş hem de kuliste beraber olmuştuk. Kendisine has ıstılahlarla konuşuyordu. İslami birikimi ve ilimleri üç kolda mütalaa ediyordu: Beyan, irfan ve bürhan. Bunlar arasında hakemin de akl-i bürhan olduğunu savunuyordu. Bu anlamda İbni Rüşdcü idi. İlgi alanı İbni Haldun ve İbni Rüşd olarak verilebilir. Esasında İbni Haldun da başka bir boyutta İbni Rüşd’dür. Şöyle diyebiliriz: İbni Rüşd ontolojik anlamda nedenselci ve esbapçıdır. İbni Haldun da siyasi anlamda nedenselcidir. Cabiri ise her ikisinin de düşüncesini tevarüs etmiştir. Birçok cihetle Cabiri’yi İbni Rüşd’ün muakkiplerinden veya takipçilerinden sayabiliriz. Hatta ona çağdaş İbni Rüşd demek de mümkündür. Nedenine gelince, Tehafut ale’t Tehafut gibi eserlerini tahkik ettiği gibi mesleğini de İbni Rüşd fikriyatı üzerine bina etmiştir. Bunun en önemli delillerinden birisi de Nekbetü İbni Rüşd (İbni Rüşd’ün felaketi) adlı çalışmasıdır. Bütün fikriyatını bu kitapta temellendirmiştir. Belki çağdaşı isimlerden felsefe ile alakadar olanlardan Hasan Hanefi gibilerle de karşılaştırılabilir. Lakin Cabiri düşüncesini dağınık bırakmamış sistemleştirmiştir. Arap aklının kritiği ve eleştirisiyle alakalı bir üçleme yapmış ve buna bir de Arap ahlakını ilave ve ilhak etmiştir. Bu bize romanda Necip Mahfuz’un üçlemesini hatırlatmaktadır.
*
Belki de bu üçlemedeki seleflerinden birisi Ahmet Emin’dir. Gerçekten de onu Ahmet Emin’e benzeten hususlardan birisi fikri alanda ansiklopedist oluşudur. Onu belki de İbni Rüşd’den ayıran en temel hususlardan birisi budur. Esasen Ahmet Emin sağ olsaydı ve kitapları da eski tazeliğini korusaydı Cabiri’nin eserleri bu kadar revaç bulmayabilirdi. Nedenine gelince, aslında Ahmet Emin birçok yönüyle Cabiri’nin yaptığını kendi döneminde yapmıştır. Fecrü’l İslam, Duha’l İslam ve Zuhru’l İslam kitapları Cabiri’nin üçlemesine bedeldir ve Arap aklını kritize etmekte aynı kaynaklardan beslenmektedirler. Özellikle de her ikisinin de kaynağı ulema ve hadisciler olmayıp filozoflar ve oryantalistlerdir. Ahmet Emin’in kitapları Türkiye’de de revaç bulduğunda Ahmet Davudoğlu İslam’ın sabahı, kuşluğu ve öğleni isimlerine bakarak şöyle demekten kendini alamaz: Bu adam yakında İslam’ın cenaze namazını da kıldırır!
Kur’an-ı Kerim’le alakalı bir makalesi (Kur’an’da ilave ve eksiltme rivayetleri adıyla) özellikle fakihlerin ve ulemanın tepkilerini çeker. Cabiri’nin bu makalesi aslında Kur’an etrafındaki bir çalışmasının parçasıdır. Arap düşüncesiyle alakalı üçlemesine benzer Kur’an etrafında da bir üçleme tasarlamaktadır. Lakin kaderi, ölümü önüne geçer. Et Tarif bi’l Kur’an belki de bu üçlemenin ilk kitabı ve ilk çerçevesi olacaktır. Lakin ömrü bunu ikmale vefa etmez. Bu veya benzeri eserlerinde biraz Abdulkerim Suruş gibi düşünür. İslam’ın kutsal olduğunu ama yorumların beşer ürünü ve düşüncesi olduğunu ve kutsal olmadığını söylemektedir. Geçmiş tartışmaların bir izdüşümü olarak bazılarından menkul bazı ayetlerin Mushaf dışı kaldığı yönündeki iddiaları geniş bir kesimin hücumlarına neden olmuş ve bu hücumlar karşısında Cabiri sukut etmiş ve suskunluğu ihtiyar etmiştir. Kendisini savunmamış veya savunamamıştır.
İslamcılar ve İslamcı olmayanlar da kendisini kıyasıya eleştirirler. Bu anlamda Cabiri çağdaş bir İbni Rüşd ise onun Gazalisi de yine kendi ülkesinden ve Türkiye’de de özellikle Risale-i Nur çevrelerinde tanınan Taha Abdurrahman’dır. Taha Abdurrahman felsefi temelli düşüncelerini eleştirir lakin Cabiri onun eleştirilerini anlamadığını söyleyerek mukabele eder. Cabiri iyi bir türas yani edebi ve fikri mirasın tetkikçisi ve eleştirmenidir. Taha Abdurrahman ise iyi bir felsefe kritikçisidir. Taha Abdurrahman’a paralel olarak kendisini eleştirenler arasında Abdurrazzak Kassum da vardır. George Trabişi adlı Hıristiyan ise Arap aklının kritiğini kritize etmiştir. Fethi Triki de Cabiri’nin akıl yerine fikri kullanması gerektiğini söyleyerek bu yönde teknik bir eleştiri getirmiştir. İslami kesimlerden Cabiri’ye insaf nazarıyla bakan veya değerlendirilmesini isteyen tek isim belki de Selman Fehd Avde olmuş ve bu nedenle de Avde de eleştirilerden kurtulamamış ve Cabiri’nin gerçek fikrini anlamamakla suçlanmıştır. Okuma yerine iyi niyet kaynaklı bir değerlendirmede bulunduğu ileri sürülmüştür.
İbni Rüşd ve Gazali arasındaki tartışma vefatlarından sonra da tarih içinde sical (ileri geri) şeklinde hiç durmamış ve bunun çağdaş yansımalarından birisi de Cabiri ile Taha Abdurrahman arasında gelişen diyalektik olmuştur. Kimilerine göre, Cabiri Arap rönesansı düşüncesinin üçüncü kuşağını temsil eder. Birinci kuşağında Mısırlılar ve bahusus Taha Hüseyin bulunur. İkinci kuşağında yine Mısırlılar ve Abdurrahman el Bedevi vardır. Üçüncü kuşağında ise Faslılar ve Cabiri vardır. Belki de Cabiri gibiler olmasaydı üçüncü kuşak da yine Hasan Hanefi gibi Mısırlılarla devam ediyor sayılabilirdi. Hasan Hanefi’nin ‘Fikri mirasımız ve yenilenme’ kitabına mümasil olarak Cabiri, ‘Nahnu ve türas’ yani ‘Biz ve fikri mirasımız’ adlı bir eser kaleme almıştır.
Cabiri’nin Arap aklının kritiği noktasındaki çalışmalarını Cezayirli Muhammed Arkun İslam aklının kritiğine taşımıştır. Muhammed Arkun da kendisine göre İslam aklının teşekkülünü kritize etmiştir. Buna mukabil, Batı aklını eleştirenler de vardır. Sözgelimi, M. Safdi Batı aklını eleştirmiştir. Esasında, Fas son dönemlerde parlak bir entelektüel atmosfer yaşamıştır. 1967 yılında Beşinci Muhammed Üniversitesi felsefe bölümünü bitiren Cabiri İslam şahsiyetçiliği felsefesiyle ünlenen Muhammed Aziz Lahbabi ile dönem arkadaşıdır. O dönemde Fas’ın parlak entelektüellerinden birisi de Abdullah Laroui’dir. Çağdaş Arap İdeolojisi kitabıyla Laroui Arap aydınlarına parmak ısıttırmıştır. Belki kendisiyle Abdullah Draz karşılaştırılabilir. Lakin her şeye rağmen Draz ulemadandır. Laroui ise şer’i şerife takayyüt gibi bir derdi olmayan aydınlardandır. Fransızca yazsalar da alanları farklıdır.
Özellikle ulema ve fakihler Cabiri’yi kıyasıya eleştirmişlerdir. Abdurrahman Barak gibi alimler Kur’an etrafında Cabiri’nin yaklaşımlarını sağlıksız bulmuşlardır. Kısaca Cabiri fikriyatı noktasında bürhani ve İbni Rüşd’cüdür. Bundan dolayı kimileri onun için şöyle bir ibare kullanmıştır. 'Nezleyi tedavi etmeye çalışırken cüzzama yol açmıştır.'