Öyle bir zaman kesitinde yaşıyoruz ki, her şeye hazır halin bekleme noktasında toplanıyoruz. İlginç, çarpıcı, beklenmedik ve dramatik olaylar oluyor, oluşturuluyor.

Medya şeytanın yattığı yeri ararken, bin bir çeşit şeytanlık yapıyor. Herkes izleniyor, dinleniyor, kurgu içinde oyuna dâhil ediliyor. İnsanlar en güçlü sandıkları yerlerden yakalanarak toplumun önüne atılıyor, itibarsızlaştırılıyor. Özel hayatlar, deşifre edilirken, evler medyanın stüdyosu haline geliyor.

Günahları ortaya çıkaran ve yargılayan tanrı konumuna kendini koyan medya, hukukun kılavuzu durumunda.

Büyük bir gürültüyle, akla hayale sığmaz suçlamalarla gözaltına alınan zanlı, serbest kalsa da toplunu gözünde itibarını kaybediyor. Sözü dinlenmez, selamı alınmaz hale gelir/getirilir.

Medyanın etkili güç haline gelmesiyle birlikte hukukun stres altına girdiği aşikâr. Aldığı kararlar, yaptığı uygulamalar bunun açık göstergesi. Savcıların, hâkimlerin toplumsal baskıdan kendilerini tamamen koruyabilmeleri çok zor.

Medya her gün av aramakta. İlginç, çarpıcı olayı kendi versin diye, yüzlerce gazete ve televizyon kanalı birbirini atlatmak için canhıraş, yüz on metre engelli yarışı koşucusu gibi koşuyor.

Hal böyleyken, atılacak yeme ayarlı halde bekleyen ekran delisi aktörlere ne demeli.

Sade bir hayata katlanmak çok mu zor!?

Yıllar önceki hassasiyetlerini yanlış mı kabul ediyorlar? Doğrusu merak konusu. Ekranda, insanları güzel çirkin ayırmak, genç kızlara mahremiyeti aşan, hicab sınırlarının ötesinde laubalilik yapma noktasında nasıl gelindi. “Kedicanlı” nasıl olunduğu kadar, toplumun da bu hale nasıl sağır kaldığı, tepki göstermediği de incelemeye değer.

Ruhsatları daraltan kesin sınırlarla, ahlakça önde olduğu intibabını veren ve en küçük nafileye karşı gümbür gümbür haykıran hoca efendilerin, mafya ile aynı cümlede buluşması anlaşılır ve kabul edilir bir durum olmasa gerek.

Sade hayatın taşınması gerçekten imkânsız mı?

Kamera delisi bir millet haline geldik. Asimetrik çarpıklık, traj/reyting olarak ekranlara yansıyor. Reytinge kavuşan medya figüranları son kullanma tarihine kadar, yenilene yenilene, tedavülden kalkıncaya kadar kullanılıyor.

Ekrandan ahlak anlatılır mı satılır mı?

İrfan mektebi “tenha”yı benimser. Vitrinde olmaktan kaçınır. Saklıdaki erdem olarak toplumun bakıp kendine çeki-düzen verdiği kâmil insan oluşları, ilgiden/reytingden uzak davranışlarıyla alakalıdır.

Sakin olmak, maslahatı yerli yerinde kullanmak, iyiliği öne koymak, istikamet üzre sabırla irşad, irfani geleneğin şiarıdır.

Sade hayatın reytingi yoktur!

“Vefa” digergamlıkla elde edilir. Tasavvuf geleneğinde, öne düşünler takva açısından en önde olanlardır. Onlar ikramla ve tasaddukla beslenen, hayatı en çetin yerinden yakalayıp yaşayanlardır.

Sade hayat için önder mi bulunmuyor?

Arifler, âlimler itidali anayol olarak kabul ederler. Peygamberler ve onun üzerinde olan binlerce önder insan, yapmadığını kimseden istememiş, fedakârlığına karşılık beklememiş, kısaca ahlak satmamış. İnsanlar tarafından halleri tesbit edilmiş ve örnek alınmışlar.

“Korku ve ümit”, insanı dengede tutan müminin iki kanadıdır.

Sade hayat, orta yolun bir başka ifadesi. Orta yol mümin için dünya ahiret arasında, birini diğerinden ayırmadan ve ihmal etmeden yürünen yol.

Orta yol, haddi aşmadan, nefsin zaaflarının farkında olarak, övünmeden, bir başkasını küçümsemeden yaşanan yoldur. Orta yol, ölçüyü içerir. Ölçünün içinde kişiye has ruhsat ve azamet tercihleri yer alır.

Mümin zaruri ihtiyaçlarını ölçü içinde gerçekleştirir. Bu durum müminin dünya görüşünü eylem üzerinden inşa ederken, eylem de değeri koruyan zırh haline gelir. Seyir böyle devam ederken, kimse tehlikeden emin olamaz. En tehlikeli olan taraf da kişinin takva içinde yaşadığını hissetmesidir. Şeytanın en sevdiği bu hal, müminin aklına getiremeyeceği dertler açar.

Korku ve ümit her mümini, her an denetleyen ahiret ürpertisidir.

Reyting insanı bir başka hissiyata taşır. Ona mükemmel olduğunu, herkesten farklı olduğunu fısıldar. Önce kişideki evhamı körükleyen reyting, sadece ekrandan ibaret değildir.

Başarılı olduğunu,  çok iyi şeyler yaptığını vehmeden insan “korku ve ümit” dengesinden “korku”yu çıkardığında kendi felaketini eliyle hazırlamış olur.

Hepimiz kendimiz için büyük tehlikeyiz. Teyakkuzda olmak ve her şeyin “Sahib”ine sığınmaktan başka çare yok.

Yoksa bu ışıltılı akış içinde, kendinden memnun bir halde, dönüşü olmayan hallere düşebiliriz.

Korunmanın yolu; iyilerin, kötülük karşısında elele tutarak, direnmesiyel mümkündür. Mezhep, meşrep kavgalarını yeniden alevlendirmenin kime ne fayda sağlayacağı aşikar.

İyi bir yol var; orta yol.

İyi bir yol, korku ve ümit dengesini koruyarak yürüyecek yolcularını beklemekten yorulmaz.