Gorbaçov, Glasnost ve Perestroika günlerinde Ortak Avrupa Evinden bahsederdi. Galiba Sovyet evini veya komunizm evini reddediyor veya Bin Ladin’in kavramlaştırmasına göre fustatını, Avrupa Evi ile değiştirmek istiyordu.

Bizler de bir dönemi, takipçisi olmadığımız tartışmalar üzerine harcadık. Heba ettik. Daha verimli tartışmalar üzerine yoğunlaşabilirdik. Bu da bizim ayran gönüllü olduğumuzun göstergesi olduğu gibi, ilkeler peşinde değil de rüzgarlar peşinde gittiğimizin de ifadesidir.  Bir dönemi Daru’l harp ve Daru’l İslam tartışmalarıyla vakit geçirdik ve öldürdük. Adeta kendi içimizde kutuplaştık ve inatlaştık. Bir sonuca ulaşamadan da o defteri kapattık. Geride bolca gönlü kırılmış dostlar bıraktık. Şimdi gazetelerimizde ne o tartışmalardan bir iz var ve ne de o tartışmaların yapıldığı fıkıh köşelerini barındıran sayfalar. Hatta artık pratik teoriyi çok geçtiğinden dolayı fıkhın da pratiğini yazıyoruz ve yapıyoruz. Bize kural gerekmiyor; kuralı kendimiz koyuyor ve üretiyoruz. Teoriye gerek yok, her şey pratik. Pratiğimiz teorimizdir. Bundan dolayı Hasan Turabi mütefekkirleri bile müçtehit yaptı. Yine yılların zorlu tartışmalarından birisi de hilalin sübutu meselesiydi.

Takvim mi, yoksa çıplak göz mü? diyerek neredeyse birbirimizin gözünü çıkardık.  Lakin bugünlerden geriye baktığımızda, o acılı tartışmalarda bile tatlı bir yön ve hakikat payı olduğunu hatırlıyoruz. İnada rağmen yine de bir şeylerin peşindeydik. Belki peşinde olduğumuz şey nefsaniyet makamında yakıcı şeylerdi lakin yine de tutturamasak da bir hedefimiz vardı. Şimdi ise ne hilali ne de Daru’l harbi soran var. Galiba bu tartışmaların son kırıntılarını da İbni Teymiyye’yi de Mardin’e gömerek sona erdirmek istedik. Lakin iyeide oldu, bize unuttuklarımızı hatırlattı. Bizim ‘dar’ veya ‘dareyn’ anlayışımızın, dar olduğunu öğretti. Geçmişte bir pozitif evimiz vardı ve bunu Daru’l İslam olarak anıyorduk. Bir de negatif ev vardı ve buna da Daru’l harp/düşman evi diyorduk. Bir de nötr ve tarafsız bir ev vardı ki bunun adı da Daru’l eman/güvenli veya dost eviydi. İbni Teymiyye bizim ezberlerimizi bozdu. Bunların dışında bir de tanımsız ve fiili bir evin varlığını gösterdi bize. Ya da barış yaptığımız gayri müslimlerin evi Daru’l eman ya da barış evi olurken işgal altındaki topraklarımızın hükmünü unutmuştuk. Kimileri kendi tezine kilitlenmiş olarak o günlerde, Mardin’in daha geniş havzası sayılan bugünün Türkiye’si için Daru’l harp ya da düşman evi sıfatını kullanırken ve bunda ısrar ederken kimileri de Daru’l İslam olan bir yerin yeniden Daru’l harp veya Daru’r ridde olamayacağını ve eski statüsü üzerine baki kalacağını savunuyordu. İbni Teymiyye ise daha gerçekçi bir yaklaşımla, Mardin’i ne Daru’l İslam ne de Daru’l harp kabul ediyordu. Arada bir ev veya statü olduğunu ifade ediyordu. Bu nötr eve günümüzde ‘no man’s land/tampon ülke’ diyorlar. İbni Teymiyye o gününün Mardin’i için buna benzer bir tanımda bulunuyor.

*

Daha sonraki yıllarda Taha Cabir Alvani yeni bir dar tanımıyla karşımıza çıkmış oldu. Fahreddin Razi’ye dayandırdığı yeni tanımında Taha Cabir Alvani, dünyayı yine iki eve taksim ediyordu lakin bu ulemanın geleneksel taksimi değildi. Ulema geleneksel olarak iki evi; Daru’l İslam ve Daru’l harp olarak tasnif ediyordu. Fahreddin Razi ise ümmeti davet ve ümmeti icabet bağlamında evlerden birisini icabet evi olarak kabul ederken diğerini de davet evi kabul ediyordu. Aslında bu bizim Tanzimat’la birlikte ‘gavura gavur dememe’ durumuna benzer bir durumdur. Fahreddin Razi, Bin Ladin’in tam tersine kutuplaştırıcı ev tanımı yerine yakınlaştırıcı dar veya ev tanımında bulunuyordu. Gerçekten de günümüzde 'dar' kavramı, fiili durum muvacehesinde sulanırken, yeni 'dar' tanımları da gelmeye devam ediyor. Bu dar tanımlardan en sonuncusu ise dünyayı iki eve veya kutba ayırıyor. Daru davet ve daru fitne. Yani davet evi ve fitne evi. Bu yeni tanımı yapan da Iraklı ulemadan Ahmed Raşid. Ev tanımlarının ve taksimlerinin itibari olduğunu ve çağa göre değiştiğini savunan Ahmed Raşid, yeni konjonktürlere uygun yeni ev veya dar tanımları yapılabileceğini öngörmektedir. Onun tanımına göre, Müslüman kimsenin kamilen hukukunu yaşadığı ve herhangi bir engelle karşılaşmadığı ev, daru davet yani davet evidir. Lakin buna mukabil, dini hürriyetlerinin kısıtlandığı ve rahat yüzü görmediği ve dininden dolayı fitne ve ıstıraba düçar olduğu bölgeler de, fitne evi olarak tebarüz ve temayüz etmektedir. Dolayısıyla belki de dinamik fıkıh veya Ahmet Kurucan’ın tabiriyle söyleyecek olursak esnek (flexible) fıkhın getirdiği kavramlardan bir yenisiyle daha tanışmış oluyoruz ki bu da fitne ve icabet evi olmalıdır. Bu noktada Ahmed Raşid,  Bin Ladin’in kutuplaştırıcı dar kavramını reddediyor. (www.asharqalarabi.org.uk/center1/dirasat-jehad.htm). Esasında dünyayı iki kutba ve çadıra ayıran Bin Ladin, İbni Teymiyye’nin üçüncü bir statüden bahsettiği Mardin fetvasından ayrılmış ve ona muhalefet etmiş oluyor. Dolayısıyla Bin Ladin’i reddetmek için İbni Teymiyye’yi reddetmenin gerekliliği acaba kimin aklına düştü veya geldi? Hangi akıllının ürünü? Sakın tersinden Bin Ladin’in değirmenine su taşımak isteyenlerin marifeti olmasın? Bilerek veya bilmeyerek…