İsrailliler en fazla Nazilerle mukayese edilmekten gocunuyorlar. Zıt benzerlik onların kimyasını bozuyor. Belki de İsrail'in zayıf tarafı da bu benzerlikte yatıyor. Celladına öykünen ve taklit eden kurbanlar çoktur. Gelin kaynana vakaları bu anlamda adiyattan sayılmalıdır. İsrailliler bu benzerliği sürekli olarak reddetseler ve bunu Müslüman komplosuna bağlasalar bile geçmişe Filistinlileri suçladıkları her şeyi şimdi kendileri yapıyor. Onların nazarında Filistinliler potansiyel olarak teröristtir ve İsrailli masumları öldürür. Lakin devlet teröründen hiç bahsedilmesini istemezler. Bu noktada önce Bülent Ecevit'e sonra a Recep Tayyip Erdoğan'a çok bozuldular. Bu suçlamayı fiyakalarının bozulması olarak görüyorlar. Filistinlilerle ilgili suçlamalarına ve bu suçlamaları bizzat kendilerinin yaptıklarına gelince: Sayıya gelmez. Bu konuda en çarpıcı misallerden birisi de Yahudileri denize dökme efsanesi veya iddiasıdır. Bu iddiadan dolayı FKÖ sürekli olarak suçlandı, tazyik altında tutuldu ve bundan dolayı 1980'li yıllardan itibaren FKÖ, Charter ve Misakını değiştirmek ve İsrail'in varlık ve bekasına uydurmak zorunda kaldı. 1980'li ve 1990'lı yıllarda evrimle birlikte FKÖ kendi şartını ve misakını değiştirdi ve İsrail'i ortadan kaldırma fikrinden vazgeçti ve 1948 yılından itibaren ilk defa Filistin topraklarını İsrail'le paylaşmaya yanaştı. Şimdi Quartet denilen Ortadoğu Dörtlüsü aynı şeyleri bir kez de Hamas'tan talep ediyor. Hamas'tan istenen üç temel şart var. Bunlardan birisi İsrail'i tanımak. İkincisi, şiddete son vermek ve daha önce İsrail'le yapılan anlaşmaları onaylamak. İlginçtir, 1960'lı yıllarda Hartum'da yapılan Arap zirvesinde Araplar üç önemli karar almıştı. İsrail'i tanımamak. İsrail'le görüşme yapmamak ve İsrail'le barış anlaşması yapmamak. Lakin 2002'ye gelindiğinde bütün Arapların onayıyla Beyrut'ta bu hayırları defterden silindi ve 1967 sınırlarına dönmesi kaydıyla İsrail'le ebedi olarak yan yana iradesi karara bağlandı. Lakin İsrail bir adım dahi atmadı. Obama'nın deyimiyle kendisine uzatılan ele hala cevap vermedi.

*

İsrail ikili olarak yaptığı anlaşmaları da tanımıyor. 1947 Taksim kararı da olmak üzere Filistinlilerle ilgili hiçbir uluslararası kararı uygulamadı. Ürdün ve Mısır'la yapılan ikili anlaşmalar ite kaka yürüyor. Lakin Oslo süreci ortadan kaldırıldı ve 1996 yılında 'barış katili' Netanyahu iktidara geldiğinde Filistinlilerle yapılan anlaşmayı fiilen askıya aldı. Ardından Ehud Barak bir deneme yaptıysa da nihai anlaşmaya varılamadı. Netanhyahu'nun askıya aldığı ve yaraladığı Oslo sürecini öldürmek ise Şaron'a nasip oldu. İsrail daha önce FKÖ ile yaptığı anlaşmayı yok sayarken şimdi Hamas'dan bu anlaşmayı onaylamasını istiyor. Belki de tarihin en garip cilvelerinden birisi budur. Sizi tanımayan devleti tanımak. Filistinlilerle ilgili yapılan temel suçlamalardan birisi İsrail devletini yıkarak Yahudileri denize dökme suçlamasıydı. Halbuki, Filistinliler İsrail'i tanımak için her adım attıklarında İsrail bir adım daha barıştan uzaklaşıyor. İşte yeni İsrail yönetimi. Sulhun ve barışın toprak vermekten ve iade etmekten değil savaşa hazırlıktan geçtiğini savunuyor. Netanyahu, 'Araplar kötekten anlar' derken Lieberman da 'barış ancak savaşa hazırlıkla tesis edilebilir' diyor. Asvan barajını Mısır'ın başına yıkmaktan bahsediyor. Bununla da kalmıyor,' Mübarek İsrail'i ziyaret etmiyor, canı cehenneme' diyor.

*

Belki de en önemli sözlerinden birisi Filistinlileri denize dökmek. Belki Filistin meselesinden kurtulmanın en kolay yolu da bu.  Rabin'e atfedilen bir söz vardı : Keşke Gazze'yi deniz yutsaydı da kurtulsayık. Lieberman bu görevi denize bırakmak istemiyor. Gerekirse kendisi silah ve cebir kullanarak bu işi yapmak istiyor. Şaron ve Şamir gibiler Filistinlilerden kurtulmayı transfer yoluyla gerçekleştirmek isterlerdi. Tzipi Livni'nin tercihi de bu yöndeydi. İkili bir devlet formülü çerçevesinde 1948 topraklarındaki Arap nüfus fazlasını civardaki Filistin bölgelerine boşaltmaktan bahsediyordu. Yine de bu ehven bir şey. Ama onun selefi ve Kadima'nın kurucusu Şaron'un tercihi Filistinlileri alternatif vatan olarak gördüğü Ürdün'e sürmekti. Filistinlileri Ürdün'e yığmak istiyorlardı. Bazıları meseleyi Suudi Arabistan ve Sina'nın haritasını değiştirmeye kadar vardırıyorlar. İsrail tarihinde ilk defa Lieberman çözümü transferde değil, denize dökmekte görüyor. Bundan dolayı New York Times gazetesi yazarlarından Thomas Friedman, 18 Mart tarihinde (2009) İngiliz gazetesi  The Independent'e yazdığı bir makalede bölge için gelmiş geçmiş en kötü İsrail hükümetinin Netanyahu hükümeti olduğunu söylemektedir. Hasta kafalı olduğu anlaşılan Lieberman, Filistinlilerin ya idam edilmesini ya da Ölü Denize dökülmelerini istiyor. Bu hükümetin geleceğiyle alakalı iki değerlendirme var. Bunlardan birisine göre, ya bu hükümet çılgınca işlere girişecek ve Filistinlileri topluca kovarak Büyük İsrail yolunda yeni ve büyük bir adım atacak. Ya da bölgede meydana getirdiği gerginliğe daha fazla dayanamayarak Lieberman görevinden alınacak,bu bağlamda Netanyahu hükümetinin de dağılabileceği ve kısa ömürlü olabileceği söyleniyor.

Netice itibarıyla, Natanyahu hükümetiyle barış yapılamayacağı gibi savaş dahi yapılamaz. Zira kurallara riayet etmez ve katliam yapar. Bugün İsrail, Filistinlilere yönelik yaptığı bütün suçlamaları kendisi fiiilyata geçiriyor veya geçireceği günü bekliyor.