Başbakan Erdoğan’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yla Suriye yönetimine gönderdiği mesaj, Türkiye’nin Arap bölgesindeki liderliğini derinleştirmekle kalmayıp, Türk nüfuzunun boyutunu da Mısır, Irak ve Suriye gibi lider Arap ülkelerinin yokluğunda etkin biçimde ortaya koydu. Davutoğlu’nun ziyaretinden sonra tanklar, Hama’dan çekilmeye başladı. Kısmen de olsa ilk defa Suriye’deki katliamların dozu hafifledi.
Mezhepçilik tehlikesi
Erdoğan, acil reformlar beklediğini açıkladı. Suriye yönetimi de şu üç Türk talebine olumlu yanıt verdi: Vatandaşların öldürülmesine son verilmesi, tankların şehirlerden çekilmesi ve ordunun kışlaya dönmesiyle birlikte özgür ve şeffaf parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri de dahil köklü demokratik reformların yapılması. Türk mesajının etkisi hakkında hemen hüküm vermek zor. Fakat Suriye yönetimini iç ve bölgesel birçok hesabı gözden geçirmeye sevk ettiği açık.
Davutoğlu’nun Esad’la yaptığı kapalı görüşme kuşkusuz çok etkili oldu. Türk misafirin Suriyeli ev sahibine, diğer yetkililerin yanında söylemediği bazı önemli mesajların arasında, Washinton’dan gelen ve Türk yönetiminin taşıdığı Amerikan mesajı da olabilir. Bu ve başka mesajların içeriği hakkında kehanetler çoğaldı, ancak kesin olan şu ki Türkiye bir postacı değil, esaslı bir bölgesel güç. Ve Türkiye’nin mevcut hareketlenmesi, Suriye’ye askeri müdahale tehdidinde bulunmak için değil, Batılı ülkelerin Libya’dakine benzer bir müdahalesini engellemek için. Zira Türk yetkililer, böyle bir müdahalenin tehlikeli olacağının farkında. Bölgede mezhepçi savaşı patlatmanın gerekçesi olarak, Suriye’deki şartları kullanmak isteyen güçler var. Farklı din ve mezhepleriyle Suriye halkı, bu savaşın temel yakıtı olacak. Ardından sıra bölge servetlerine gelecek. Erdoğan, Türkiye’yle İran arasında iki ülkenin de askeri ve ekonomik imkânlarının yıkımına yol açacak bir çatışma çıkarma planının olduğunu biliyor (ki böyle bir plandan İsrail, daha güçlü çıkacaktır).
Suriye’deki katliamların, bölgedeki mezhepçilerin medya organlarında savaş kıvılcımlarını patlatması için işleve konulması dikkat çekiciydi. Suriye rejiminin ve kana susamış güvenlik organlarının adalet, özgürlük ve demokrasi isteyen vatandaşları bastırmasının da ülkenin bu tuzağa düşürülmesinde katkısı büyük. Erdoğan, Dera’da çıkan ilk isyandan bu yana bu planın bilincindeydi. Suriyeli dostlarına, bahsini ettikleri komployu kuşatmak için reformlara gitmelerini söylediyse de onu dinlemediler. Güvenlik organları halkı korkutup 40 yıldan fazla süren sükûnet dönemine geri götürebileceğini düşünerek kan akıttı. Fakat bunun yanlışlığı görüldü.
Esad, babası gibiyse...
Suriye rejimi iki tercih karşısındaydı. İlki, orduyla kan dökmeyi sürdürmesi, ki bu tercih, ülkeyi bölgesel savaşa ve dış müdahaleye götürecek. İkincisi, ulusal diyaloğu başlatacak bir ateşkesle birlikte çıkış yolu için bölgesel arabulucu aramak. Suriye, Libya değil elbette; büyük askeri güce, İran ve Hizbullah gibi köklü bölgesel koalisyonlara sahip. NATO ülkeleriyse mali krizin yanı sıra, Irak ve Afganistan’da yenilgiler alıyor ve Libya’da sonucu belirsiz maliyetli bir müdahale içinde. Öte yandan Türkiye’nin, uyarılarına karşılık verilmemesi halinde Suriye’deki güvenlik organlarıyla mücadelede kendilerini savunmaları için Suriye muhalefetini de silahlandırma tehdidinden bulunması uzak bir ihtimal olmaz. Tankların Hama’dan ve Deyr El Zor’dan çekilmesi de bu durumu açıklıyor.
Suriye eski Devlet Başkanı Hafız Esad, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın teslim edilmesini kolaylaştırmakta ve PKK ile işbirliğini sonlandırmakta tereddüt etmeyeceği Türk komşusuyla ihtilafa düşmenin tehlikesini anlamıştı. Beşşar Esad’ın babasının ferasetine sahip olup olmadığını, iş Suriye’nin çıkarına gelince inadını bırakıp bırakmayacağını bilemiyoruz. Fakat Esad’ın kan dökmeyi durdurması, ulusal diyalog ve reform yolunda yürümesi, öldürme eylemlerine karışan herkesi adil mahkemelerde yargılaması istenmekte. Niyetler samimi olursa, Türk komşudan destek görecektir. Zira diğer alternatif, bütün ölçülerde korkunç gözüküyor. (Londra’da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, 11 Ağustos 2011)
Kaynak: Radikal