Körü körüne düşmanlık yapanlar ahmaklardır. Ancak zeki insanlar düşmanlarından istifade etmesini bilirler. Bundan dolayı ahmak dostun olacağına akıllı düşmanın olsun derler. Dolayısıyla hissi veya körü körüne düşmanlık biraz ahmaklıktır v bu tarz düşmanlık ancak insanın kendisine zarar verir. Bu itibarla, Zbigniew Brzezinski bir konuşmasında İran'a zeytin dalı ve el uzattıklarını lakin İran'ın bir politika olarak bu eli görmezlikten geldiğini ve bunu da anladıklarını bununla birlikte aynı yaklaşımın ilelebet devam etmesinin ya istismardan ya da ahmaklıktan kaynaklanabileceğini söylemiştir. Miles Copeland'ın Devletler Oyunu kitabını okuyunca ilk defa dostluğun da düşmanlığın da manipülasyona açık olduğunu gördüm. Yani bir kimse veya devlet dost olarak kullanılabileceği gibi düşman olarak da kullanılabilir. Bu bağlamda, neden ABD'nin Sovyetler gibi bir düşmanı varken daha güçlü olduğunu sorgulayabiliriz! Zira o düşman yükün en azından bir bölümünü yükleniyor ve paylaşıyordu. Bakış açısını ve saflaşmayı da netleştiriyor ve misyonu kolaylaştırıyordu. Bana kitapta Nasır hakkında 'düşman dostumuz' tabiri çok çarpıcı gelmiş ve bir an bunun tesirinden kendimi kurtaramamıştım. Burada belki de burada meseleyi daha derinden anlayabilmek için Hegel'e ve onun düşmanlık felsefesine başvurmak gerekir. Bunu Necip Fazıl çok güzel bir biçimde ifade etmiştir : Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın; Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!.. Bunu da Mevlana zıtlar dünyasıyla izah etmiştir. Peki tersini söyleyen ve oyunu toptan reddeden Sadi Şirazi şu beyitlerinde haksız mıdır? "Dünya öyle bir metâ değil ki nizâa değsin." "İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir." Evet Sadi Şirazi'nin destur ve anlayışı ise hikmetin doruğunu temsil etmektedir. Bu bir ebedi barıştır. Düşmanlığın insanlar arası ilişkide bir yeri varsa da bunu sürdürmek düşmana değil daha ziyade sahibine zarar veriyor. Düşmanlığın kimyası insana zarar verir. Felsefesi ise Makyavelizmin hizmetindedir. Bundan dolayı Bush' ya bendensin ya da karşımdasın' diye fasit bir felsefe geliştirmişti. Lakin ezeli bir kaidedir: İza tecavezeşşey'u haddehu inkalebe ziddahu yani bir şey haddini ve dengesini aştığında tersine döner. Zıddına hizmet eder. Dolayısıyla düşmanlıktan medet ummak sonuçta hüsran getirir.
*
Miles Copeland 'düşman dostum' ibaresini Nasır için kullanmıştır. Meşhur İsrailli barışsever veya barış eylemcisi ve Araplarla gizli müzakerelerin mimarlarından Uri Avnery de 1986 yılında düşman kullanma kılavuzunu ' My Friend, the Enemy? Düşmanım dostum' kitabında dile getirmiş ve özetlemiştir. Gerçekten de Nasır sol gösterip sağ vurmuştur. Nasır Amerikalılar açısından sol gösterip sağ vurmuş ve SSCB ile birlikte Nasır bölgedeki kırılgan rejimleri korkutmuş ve onların ABD arkasında saflaşmalarına hizmet etmiştir. Esasen Nasirizm ideolojisinin temelinde de ABD vardır. Nasır bölgeyi kamplaştırmış ve kampın büyük kısmını ABD'nin arkasına dizmiştir. Onun bu politikasını akabinde bir biçimde Saddam devam ettirmiştir. Peki, şimdi aynı politikayı Nejad izlemiyor mu? Tam olarak değil. Nedenine gelince, Nejad sofistike bir düşmanlık politikası izliyor. Gerektiğinde pragmatik olarak Irak ve Afganistan'da taktik işbirliklerine girebiliyor ve onun ötesinde nükleer alanda ve Filistin ve Lübnan meselelerinde daha farklı yaklaşımlar benimseyebiliyor. Bu anlamda, İran'da son seçimlerde İran rejimi düşman algısından çok yararlanmış ve düşman algısı üzerinden iç galeyanı yatıştırmış ve denetimini pekiştirmiştir. İran rejimi en azından son olaylarda düşman imajından iç bünyeyi arkasında tahkim için yararlanmış ve düşman algısını bu şekilde kullanmıştır. Peki aynı algıyı veya Araplar nezdinde İran korkusunu ABD kullanmıyor mu ? Elbette. Lakin her politikanın bir yeterlilik derecesi vardır ve kullanma tarihi vardır. Bu kullanma tarihi geçtiğinde politika veya oyun tesirini kaybeder. ABD de 1950-70 arasında Nasır ve 1970-2003 arasında Saddam'ı kullandıktan sonra sıra İran'a geldiğinde inandırıcılığını büyük ölçüde kaybetmiştir. Yani iki taraf da düşmandan güç alıyor ama bu politikada çatlaklar oluşmaya başladı. Tekrar Nasır'a dönecek olursak; Miles Copeland onun için düşman dost tabirini kullanırken CIA operatörlerinden Kermit Roosevelt, Hür Subaylar darbesinden önce sık sık onunla bir araya gelmiş ve Nasır karizmasını oluşturmak için ona taktikler vermiştir. Bununla da kalmamış Faruk sonrasındaki istihbarat teşkilatını kurmakta ona yardımcı olmuştur. 1956'da Üçlü Saldırı karşısında neden Amerikan yönetiminin Nasır'ı kolladığı da bu izahlardan sonra daha iyi anlaşılır sanırım. Efsanevi Amerikan Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, Nasır hayranları arasındadır. İlginçtir, İran seçimlerinden 4 ay önce Amerikan basınının amiral gemisi olan New York Times gazetesinde Ali Reza Eshraghi'nin kaleme aldığı yazıda ' our Friend in Tehran' yani Tahran'daki dostumuz yazısında Nejad'a kredi açmış ve onu muhtemel ve mustakbel dostlar arasında görmüştür. Bu yine de 'Our men in Baku' , 'Islamabad' ifadeleriyle karşılaştırıldığında saygılı bir ifadedir. Newsweek Editörü Ferid Zekeriya da Nixon'ın Çin için yaptığını Obama'nın İran'a yapmasını ve bu ülkeyi ani bir ziyarette bulunmasını ve buzları kırmasını istemiş idi. Tabi son seçimlerden sonra bu hava değişti. Lakin en azından aylar öncesinde böyle bir hava vardı ve kimi Amerikalıların Nejad'ı muhtemel bir Nasır olarak gördükleri söylenebilir. Belki tek farkı Nejad'ın dini rehbere olan bağlılığı ve ondan icazetsiz iş yapmamasıdır.
Bitirirken en az yanlış genellemelerden birisine başvuralım: Düşmanını ve derecesini söyle sana kim olduğunu ve kimyanı söyleyeyim. Maniheistler yani mutlak düşmanlar sonunda kendi ayaklarına ateş ederler. Bu elbette ki İncil'deki 'düşmanını sev' ibaresine bir gönderme değildir.