Arap dünyasının çeşitli bölgelerine yaptığım sık seyahatler esnasında, Arapların özel hayatlarındaki canlılık ve insancıllıkla kamusal etkinliklerin sığ, demagojik, önceden kestirilebilir ve çoğunlukla boş doğası arasındaki hemen göze çarpan rahatsız edici bir zıtlık bulunduğunu hep düşünmüşümdür.
Kamusal ve özel alanlar arasındaki farklılık ve insanların bu alanlardaki davranış şekilleri bölgenin büyük kesimine musibet olan siyasî ve ulusal meselelere dair faydalı ipuçları verebilir. Benim ilgimi asıl çeken, kamusal hayatın tuhaf doğası. Bölgemizin dünya üzerindeki demokrasiden topluca yoksun son bölge; Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından yaşanan demokratikleşme dalgasını yaşamayan, birbirine benzeyen ve kültürel anlamda birbirine bağlı tek devletler grubu olma konumundan sonunda nasıl kurtulabileceği konusuna dair cevapları barındırıyor olabilir.
Neden? Benim gibi Ortadoğu'da azıcık dolaşan herkes, kırsal alanları ekonomik fırsatlar ve çevresel zenginliklerden ağır ağır mahrum kalırken şehirlerin de insanî ve kültürel canlılıklarını kaybetmekte olduğunu kolayca fark edecektir. Medeniyet'in ilerlemekte olduğuna dair görüntüler yerlerini silahlı bir manzaraya bırakıyor: polislerin, askerî birliklerin, özel korumaların, milislerin ellerinde ve ajanların ellerinin altında her türden silah. Güvenlik görevlilerinin kentlerin kamusal peyzajındaki hakimiyeti, 20. yüzyılın başlarından ortalarına kadar ya da daha da eski dönemlerde Arap kentlerinin önemli özelliği olan canlılık ve yaratıcılığı tahrip ediyor.
Bugün artık Arap kentlerinde dolaşmak insanın içini açan kentsel bir tecrübe değil, askerî bir röntgencilik deneyimi ya da bir silah dükkanını dolaşmak gibi bir şey. Büyük Lider'in fotoğrafları ile silahlar peyzaja hakim. Bize, bunun bizim iyiliğimiz için olduğu, birçok ülkeyi pençesine alan bombaları ve savaşları azaltacağı söyleniyor. Ama hangi bedelle? Arap ülkeleri ilk oluştuğunda, Osmanlı İmparatorluğu'nun tebası olan bölge halkının büyük kesiminin ait olduğu kültür bir hayli yereldi. Daha sonra merkezî orduya, bütçeye, bayraklara ve sınırlara sahip egemen devletlerin yurttaşı haline geldiler. Şimdi ise Arap dünyasının halkı yurttaş olma özelliklerini kaybederek sadece tüketicilere dönüşmüş durumda. Araplar, ne hükümetlerinin politikalarını anlamlı ve kayda değer şekilde şekillendirebilecek ne de ülkelerini yöneten liderleri seçecek, onaylayacak ya da onlardan hesap sorabilecek araçlara sahip. Katılıma, fikirlere ve tercihe ait tüm insanî kapasiteleri güvenlik düzeninin elitleri tarafından ellerinden alınan ortalama Araplar'ın ellerinde kalan tercih çıkıp kıyafet, cep telefonu ve döküntü Amerikan ve İtalyan ayakkabılarını satın almak. Bugün, tarihte insan medeniyetini defalarca ileriye taşımış olan Arap kentleşmesinin ortak paydası, alışveriş merkezleri. Tüm o askerler ve emniyet birimlerinin görevlileri, güvenli şekilde çıkıp istediğimiz kadar alışveriş yapabilmemiz ama işe yarar ya da sonuç getirecek pek bir şey yapmamamız için sokaklarda. Bir zamanlar son derece canlı eğitim, siyasal faaliyet ve kültürlerarası iletişim merkezleri olan Arap kentlerinin yaşayanları kredi kartları, indirimli sandalyeler ve çeşit çeşit kızarmış tavuk uğruna insanlıklarının üstünü örttü.
Araplar, kendi evlerinde ve yakın çevrelerinde ise insanlıklarını geri kazanıyor; bu büyük bir çelişki. Tartışıyorlar, ortaya fikirler atıyorlar, cevap talep ediyorlar, nezaket ve şefkat gösteriyorlar, kendilerini yaratıcı şekilde ifade ediyorlar ve kamu alanına çıkmasına izin olmayan şeyler-sanatsal ifade, siyasî fikir, kültürel açıdan değeri olan işler-üretiyorlar. Yurttaşı olmayan, sadece tüketicilere sahip bir toplum, toplum değil alışveriş merkezidir. Ve geriye başka bir şey kalmamışsa, dışarıda düzeni sağlayan ne kadar çok silah olursa olsun çok uzun ömürlü olamaz.
Kaynak: Zaman