Merhum Malik Binnebi’nin ürettiği en önemli sosyolojik kavramlarından birisi ‘ kabiliyetü’l hezime’ kavramıdır.   ‘Yenilgiye yatkınlık’ olarak da çevirebiliriz.  Malik Binnebi gibiler İslam ümmetinin problemlerini genelde iç hastalıklara bağlarlar.  Dış boyut ise talidir. Sözgelimi  zihin konforu ve tembelliğinden dolayı kimi zaman IŞİD gibi meseleler  basite indirgeniyor ve vulgarize ediliyor. Sadece komplo üzerinden izah ediliyor.

Lakin Irak Alimler Konseyi Başkanı Şeyh Mahmud Abdülaziz el Ani,  IŞİD'i 'Sünnilerin içindeki bir hastalık' olarak teşhis ediyor ve tanımlıyor. Buna bir hastalık olarak bakmak lazım. İmam Gazali’nin İhya'sında yaptığı gibi. Lakin buna mukabil Nuri Maliki gibiler de Şiilerin bir iç hastalığıdır. Bu tabloyu uzatmak mümkündür.

Yenilgi kabiliyetini tamamlayan kavramlardan birisi de aldanmaya yatkınlık meselesidir.  Mısır’da darbenin birinci yıldönümü, telinlerle ve protestolarla anıldı. Lakin muhasebe de yapmamız ve kendimize çeki düzen vermemiz gerekiyor.  Yusuf Neda gibi İhvan ileri gelenleri girilen yolun yanlışlığına baştan temas ediyorlar.  Lakin girildi ve mukadder olan yaşandı. Mukadder olan da bizim sorumluluk payımız da var. Bu da aldanma kabiliyetimizin yüksek oluşudur. Darbenin birinci yılını elerken aldanmaya yatkınlığımızla karşılaşıyoruz.

Oraya gelmeden meseleye bizden bir örnekle girmek istiyorum.  Merhum Selçuk Eraydın hoca halim-selim güzel bir insandı.  Mekanı cennet olsun.  Tasavvuf tarihi hocalarındandı. Gerçekten de çelebi ve tasavvufa yakışan bir karakteri ve mahviyeti vardı. Erken yaşlarda aramızdan ayrıldı.  Numune insanlardan birisiydi. Yaşar Nuri Öztürk’ün tez hocası olarak da bilinir.  Şu an itibarıyla ikisini bir araya getirmek ve bir arada tasavvur etmek kabil değildir. Ama burada yanılma kabiliyeti devreye giriyor.   Haliyle kimileri Selçuk Eraydın Hoca ile Yaşar Nuri Öztürk’ü zihnen bir araya getiremezler.  Lakin aradaki ilişkiyi hatırlayanlar ‘Selçuk Eraydın hoca nasıl da boşluğa düşmüş ve talebesinin karakterini ve seciyesini fark edememiş’ diye iç geçirirler. Çok görmemek lazım.

Hadiste ‘‘Mümin, bir  delikten iki defa geçmez veya orijinal ifadesiyle “Mümin (yılanın) deliğinden iki defa sokulmaz."(Buhari, Edep, 83; Müslim, Zühd, 63; Ebu Davut,Edep, 34.) buyrulmaktadır. Bu durumda aldananlara ne oluyor? Hadis mefhumunca durumları ne oluyor? Aslında hadis teyakkuza davettir. Yoksa mümin birçok defa aldanabilir ve aynı delikten geçebilir. Burada bizden safderun olmamamız isteniyor.  Agah olmamız tembih ediliyor. Aksi halde,  yanılanlar elbette ki iman dairesinden çıkmıyorlar.  Lakin saflık Müslümanların başına büyük belalar ve gaileler açıyor.    

Yaşar Nuri Öztürk son konuşmalarından birisinde Gazali’ye hakaretler yağdırarak, ‘ mendebur’ yakıştırmasında bulunuyor. Elbette kem söz sahibine aittir.  Lakin meselemiz Yaşar Nuri’yi taşlamak veya çekiştirmek değil sadece örnek vermekten ibarettir.

Son sıralarda bazıları, Müslüman Kardeşlerin Nasır’dan sonra ikinci kez Sisi tarafından sokulduğunu hatırlatıyor. Bununla ferasetsiz olduklarına dair bir hükümde bulunuyor veya ima ediyorlar.  Elbette Sisi de kendi cephesinde bir Yaşar Nuri Öztürk.  Yaşar Nuri Öztürk de siyasete heveslendi ve ötesinde girdi ama varlık gösteremedi. Onunki hevesti. Abdulfettah Sisi ise şimdilik gemisini yürütüyor. Kritik yerdeki mevkiini iyi kullanarak darbe yaptı. Yaşar Nuri Öztürk bu imkandan mahrumdu. Ama o da 28 Şubat gemisine bindi. Sisi ise Müslüman Kardeşleri kandırdığı gibi orduyu da şahsi emellerine alet ediyor.   Bir noktayla geldi ve şansı yaver giderse bir müddet daha iktidarın dümeninde kalabilir.  Müslüman Kardeşlerin, hakkında yanılması ise bir gerçek.  Hasan Hudeybi Nasır’la ilk karşılaştığında, Müslüman Kardeşlerin ölümcül hatalarını bu adama bel bağlamakla işlediklerini anlar. Hudeybi, Nasır’ı görünce onu keşfetmiş ve anlamıştır.  Lakin bağlantı önceden kurulmuştur.  Pişman olur ama iş işten geçmiştir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşlardır.   Darbede Nasır’a destek vererek; kendilerine de Mısır halkına da yazık ederler.

*

Sisi meselesinde de böyle olur. İhvan-selefi karışımı Hazım Ebu İsmail sürekli olarak Sisi ve ordu konusunda ilgi yerleri uyarır ve Mürsi ve arkadaşlarını temkinli ve dikkatli olmaya çağırır.  Lakin hüsnü zanları ağır basar. Sisi pazartesi günleri İttihadiye Sarayını ziyaretlerinde kendisine yapılan ikramları sürekli olarak geri çevirir. Kendi ifadesine göre pazartesi oruçlarını tutmaktadır.  Bazen Mürsi’nin arkasında saf tutmakta ve birlikte namaz kılmaktadırlar. Bundan daha güzel bir tablo olabilir mi?  İşte bu tablo veya görüntü Mürsi’yi aldatır.  Bu Sisi’nin sadece görünen yüzüdür.  Gerçek yüzüyle ortaya 30 Haziran ve 3 Temmuz 2013 tarihinde çıkar. Müslüman Kardeşler açısından acı bir deneyimdir.  Mavi Marmara’da kader yoldaşlarından ve Ashabu’s Sefine veya gemi yoldaşlarından olan Muhammed Biltaci bu süreçle ilgili muhasebe yaparken, 3 Temmuz 2013’teki darbenin mimarı, Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi’yi ve dönemin içişleri Bakanı Tümgeneral Muhammed İbrahim’i suçlayarak, Rabia meydanında aralarında kızı Esma’nın da bulunduğu iki bin insanın ölümünden sorumlu tutuyor.  Ezcümle şunları söylüyor: "Her insanın hatası vardır, hatalarımızı bir kez daha tekrarlamayacağız, çok şey öğrendik. Bizim hatamız güvenmememiz gereken insanlara ve birimlere güvenmekti. Bu halka yönelik kurulan bir tuzaktı. Bu komplo, halkın ve bu vatanın bağımsızlığını ve yüceliğini engellemek üzere düşmanın elindeki malzeme oldu…”.

Evet! İslamcılarda bir aldanma ve aldatılma huyu var.  Bu onların elbette iyi niyetinden kaynaklanıyor. Bununla birlikte, eksik tarafımız ferasetimiz.   İnşallah zamanla bu yöndeki eksiğimizi de kapatırız.

Temenniden öte Araplar ve Müslümanlar okuyan bir toplum değil.  Zihni atalet veya tembelliğimiz ise karşı tarafın sermayesi haline gelebiliyor.   Her şey okumaktan ibaret değil ama zihinlerimizi zinde tutmak ve güdülmemek için zihin jimnastiği yapmak ve bu vesile ile okumak zorundayız.  Böylece eksiğimizi kısmen de olsa telafi edebiliriz.